Ocak 2025 – Haber Yorum

Gökyüzündeki şölen kimin için?

Halk arasında “yıldız kayması” olarak nitelendirilen ve yılda 8 kez gerçekleşen meteor yağmurlarının en görkemlerinden Geminid (İkizler) Gök Taşı Yağmuru, geçen ay hatta geçen yıl (13-14 Aralık 2024’de) en yüksek sayıya ulaşmış ve saatte 120 gök taşı görülebilmiş. Gök taşlarının atmosfere giriş hızları saniyede ortalama 35 kilometre olarak ölçülmüş.

Habere göre, halk arasında yıldız kayması olarak bilinen meteor yağmurlarında, kuyruklu yıldızların kalıntılarının oluşturduğu gök taşlarının atmosfere giriş hızları, saniyede 35 kilometreden 70 kilometreye kadar çıkabiliyor ve bazıları “ateş topu” olarak ifade ediliyor. Bazıları binlerce yıl öncesine tarihlenen kuyruklu yıldızların geçişleri sonrası bıraktığı artıklardan oluşan Quadrantid (Dörtlük), Lyrid (Çalgı), Eta Aquarid (Eta Kova), Delta Aquarid (Delta Kova), Perseid (Kahraman-Perce), Orionid (Avcı), Leonid (Aslan) ve Geminid (İkizler) olmak üzere her yıl dünyada 8 gök taşı yağmuru gerçekleşiyor.

Antalya’da TÜBİTAK’a bağlı yılda ortalama 220 gün gözlem yapılabilen Bakırlıtepe’de 2 bin 500 metre rakımda, TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG) tarafından her yıl, o yılın en önemli gök olaylarının derlendiği Gök Olayları Yıllığı hazırlanıyor. 2024 Gök Olayları Yıllığı’na göre, 2024’ün son gökyüzü şöleni, 13-14 Aralık gecelerinde yaşanmış.

Her yıl sekiz kez gerçekleşen gök taşı yağmuru olayının en yoğun ve en görkemlilerinden biri olan ve 4 Aralık 2024’de gerçekleşen Geminid Gök Taşı Yağmuru, 20 Aralık’a kadar sürmüş.

Gökyüzündeki bu ‘düğün’ acaba kimler için? Bu hadiseler tesadüf olabilir mi?

Kalplerde ‘mini beyin’ mi var?

Kalbin yalnızca beyin tarafından kontrol edildiği düşüncesi, bilim insanlarının yaptığı çarpıcı bir keşifle değişiyor. İsveç’teki Karolinska Enstitüsü ve ABD’deki Columbia Üniversitesi’nden araştırmacılar, kalbin kendi sinir sistemine sahip olduğunu ortaya çıkardı. “Mini beyin” olarak adlandırılan bağımsız sinir sistemi, kalbin ritmini düzenliyor.

Uzun yıllardır kalbin, beyinle bağlantılı otonom sinir sistemi aracılığıyla kontrol edildiği düşünülüyordu. Ancak araştırma, kalp duvarında yer alan bu sinir ağının düşünüldüğünden çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ve ritim düzenlemesinde bağımsız bir rol üstlendiğini gösterdi.

Karolinska Enstitüsü’nden Doç. Dr. Konstantinos Ampatzis, “Bu küçük beyin, tıpkı beynin solunum veya hareket gibi ritmik fonksiyonları düzenlediği gibi, kalp atışını kontrol etmede hayati bir rol oynuyor” açıklamasında bulundu. Araştırmada, kalpte farklı işlevlere sahip birden fazla nöron türü tespit edildi. Bunlardan biri, kalbin “doğal uyarıcı” görevini üstlenen bir grup nöron. Bu keşif, kalp ritminin nasıl kontrol edildiğine dair mevcut görüşleri değiştirirken, klinik açıdan da yeni ufuklar açıyor.

Dr. Ampatzis, “Kalbin sinir ağı ile beyin arasındaki etkileşimi, egzersiz, stres veya hastalık gibi farklı koşullarda araştırmaya devam edeceğiz. Kalbin nöral ağındaki bozulmaların çeşitli kalp rahatsızlıklarına nasıl katkı sağladığını inceleyerek yeni tedavi hedefleri belirlemeyi amaçlıyoruz” demiş.

Bu açıklamalar; insan ‘makina’sının ustasının ne kadar harika ve eşsiz olduğunu hatırlatan bir bilgi değil mi?

Kuşları rahat bırakın!

Hazırladığı “Kırmızı Liste” ile dünya üzerindeki canlı türlerinin neslini, mevcut tehlike kategorilerine göre sınıflandıran Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN), geçen ay yayımladığı raporda, dünya genelinde 16 kıyı kuşu türünün neslinin iyiye gitmediğini ve bunların tehdit kategorilerinin yükseltildiğini duyurdu.

Bunlardan gümüş yağmurcun (Pluvialis squatarola), sürmeli kumkuşu (Limicola falcinellus), taşçeviren (Arenaria interpres), kızıl kumkuşu (Calidris ferruginea) ve kara karınlı kumkuşu (Calidris alpina) Türkiye’de de görülen türler arasında yer alırken, raporda, habitat kaybı ve iklim değişikliğine bağlı risklerin, kuşların yaşama alanlarını daraltarak hayatta kalma şanslarını azalttığı vurgulandı.

Koç ve Utah üniversiteleri öğretim üyesi ve KuzeyDoğa Derneği Başkanı Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu, tehdit altındaki kuş türü sayısındaki artışın, ekosistemlerin de kritik bir tehdit altında bulunduğunun güçlü bir göstergesi olduğunu söyledi.

Kıyı kuşlarının, genellikle sulak alanlar, plajlar ve kıyı bölgelerde yaşayan, su kenarlarında beslenen ve üreyen türler olduğunu belirten Şekercioğlu, bunları, çevresel değişikliklere hızlı tepki vermeleri dolayısıyla “ekosistemlerin sağlığı için gösterge türler” şeklinde nitelendirdi.

Şekercioğlu, şu bilgileri paylaştı: “Tehdit kategorisinde yeniden sınıflandırılan göçmen kıyı kuşu türlerinden gümüş yağmurcun, sürmeli kumkuşu, kızıl kumkuşu ve kara karınlı kumkuşu ‘Hassas (VU)’ kategorisine yükseltildi. Taşçeviren ise ‘tehlike altına girmeye yakın (NT)’ kategorisine geçti. Bu türlerin hepsi Türkiye’de ilkbahar ve sonbahar göç dönemlerinde, sulak alanlarda ve kıyılarda gözlemlenir.”

Küresel ölçekte yapılan araştırmalara göre, kuş türlerinin yaklaşık yüzde 60’ının popülasyonlarında azalma saptandığını aktaran Şekercioğlu, bu düşüşün, kirlilik, habitat kaybı, iklim değişikliği, tarım uygulamaları, avcılık ve kentsel gelişim gibi insan kaynaklı faktörlerin sonucu olduğuna işaret etti.

Haber böyle. Peki bunun sorumlusu ‘zalim ve cahil insan’lar değil mi? İşte, cehaletin ‘düşman’ olduğunu gösteren bir delil daha!

Modern tarihte kaydedilen en büyük kuş felaketi

Üzücü haberler vermek istemeyiz ama bunlar da hayatın gerçekleri. Haber şöyle: Heather Renner ve çalışma arkadaşları yaklaşık 10 yıl önce Alaska sahillerine vuran binlerce bayağı dalıcı martıyı fark ettiğinde bir şeylerin fena halde yanlış gittiğini düşündü.

Seneler süren araştırmalar sonucunda Science adlı bilimsel dergide yayımladıkları makale, acı gerçeği ortaya koydu: Bu, modern tarihte en fazla sayıda kuşun öldüğü kayıtlı olay. 2014-2016’da Pasifik Okyanusu’nun kuzeyindeki suları sıradışı bir sıcak hava dalgasının etkilediği ve bunun sonucunda balık popülasyonunun büyük ölçüde düştüğü bildirildi. Balıklarla beslenen çeşitli türlerle birlikte milyonlarca kuşun açlıktan öldüğü vurgulandı.

Ulusal Alaska Deniz Yaban Hayatı Barınağı’ndan biyolog Heather Renner, Alaska’daki bayağı dalıcı martıların yarısından fazlasının, yani 4 milyon tanesinin öldüğünü buldu. Diğer yandan çok benzer bir tür olan ince gagalı dalıcı martının bu olaydan ciddi bir şekilde etkilenmemesi de kafa karıştırdı. Araştırmacılar bunun sebebini inceliyor. Renner, 7 yıldır yürüttükleri çalışmanın ardından “Düşündüğümüzden çok daha kötüymüş” diyor. Bu felaketin balıklar haricinde en fazla sayıda omurgalının öldüğü olay olarak modern tarih kayıtlarına geçtiğini söylüyor. 1989’da Alaska’da meydana gelerek tüm dünyada gündem olan Exxon Valdez petrol sızıntısında dahi ölen bayağı dalıcı martı sayısının yüzbinlerle ifade edildiğini belirtiyor. Bu popülasyonun yeniden aynı rakamlara ulaşması beklenmiyor.

Evet, üzücü ama hayatın gerçekleri böyle…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*