
Gerçeği var ki buraya “yalan dünya” diyoruz.
DÖNÜŞ
Sorular mı çok ağır; dersleri mi çalışmadık? Kan ter içindeyiz. Kitaplara dönelim.
DOSTLUK SİTEMİ
Sen bana birkaç saatliğine katlanamıyorsun bana; ya ben ne yapayım? Bunca yıllık kendimi idare etmeye çalışıyorum!
GECEYİ DİNLEMEK
Gece…
Durmuş gibi zaman…
Fısıltılı bir masal sokaklar…
İSTANBUL Ç/AĞRISI
İstanbul… 2T:
Bir yanı [tarih…]
Bir yanı [tabiat…]
Öyle kaynaşmış ki ikisi;
İki âşık gibi…
Aşkı olmayanların elinde;
Yaralı bir martı…
YAŞA(MA)MAK
İnsan niçin yaşar? Ve niçin yaşamaz; bunca yaşamak varken?
DOLUNAY SELÂMI
Dolunay pırıl pırıl selâmıyla, tebessümüyle işinin başındayken bir köşede kararıp kalmak insana yakışır mı?
ŞAŞKINLIK
Uçurum günler… Aklı başında, kalbi yerindeler nerde? Feryat çığlıkları ortalığı tutmuş. Yolcu da hancı da şaşkın…
Sevincimizi unuttuk mu bir yerlerde!
Olmadık yerlerde eskiyor üzüntülerimiz.
Ümidimizin, korkumuzun adresleri de bir tuhaf! Bu hangi hıçkırık? Dünya bir tuhaf!
Çok afallıyoruz.
ÖLMEK VE YAŞAMAK
Madem ki her ân ölebiliriz; o zaman her ân yaşayalım!
O’NUNLA OLMAK
“Az mı düşünüyorum?” diye, düşündüm de baktım aklımda! Kalbim kuşlar gibi pır pır her ân uçabilir.
UYANIŞ
Amaan!
Uyan artık!
Gece olmuş her yanın;
Sabaha boyan artık!
KALIK EĞİTİM
Lise talebesi Otuz Beş Yaş’ın Cahit Sıtkı’ya, Safahat’ın da Mehmet Akif’e ait olduğunu bilmiyorsa bu eğitim ne işe yarar diye sormak gerekir mi; gerekir.
Türkçeyi öğretemeyen, edebiyatı sevdiremeyen, matematikten nefret ettiren, fikir ürettirmeyen bir eğitim çıkmazıyla karşı karşıyayız. Gözümüzü yumarak nereye kadar? Kitaplar ekmeklerden az satıyorsa düze nasıl çıklar.
VEDANIN EYLÜLÜ
Bir eylül daha veda ediyor. Her yanım eylül kokuyor. Sanki sarı yaprakların hüznüyüm. Kendimi seyrediyorum bu veda aynasında. Ne kadar soru işareti gözlerim! Hayat nasıl da serpiştirilmiş mevsimlere. Kâh o benim koluma giriyor kâh ben onun… savrulup gidiyoruz.
KALBE DÖNÜŞ
Kendini dinler misin arada? Gökyüzüne, bulutlara bakar mısın? Burnunun dibindeki çiçeklerin hatrını sorar mısın?
YAĞMUR
Yağmur…
Geç kalmış gibi…
Bir telâşla yıkıyor camları.
Hırçın bir rüzgâr…
Tozunu alıyor paslı zamanların.
ÖLÜM YÜZLEŞMESİ
Değilsen bile ölüm gelince hakikat olacaksın. Yani duyacaksın, göreceksin, bileceksin. Bırak şu martavalları şimdiden!
EZAN OKUMALARI
Ezanlarda bir tuhaf oluyorum. Zamanların nasıl da geçtiğini (nasıl da) anlıyorum. İşler mi; hangi iş? Dünya mı; kayıyor işte zamanlar. Her ezan, koca bir zamanı müjdelerken: “Elini çabuk tut!” diyor. Zamanlar alel acele bir yerden bir yere boşalıyor sanki. Dünlerdeki telaşın nerde? Nerde planların? Uykularını kaçıranlar? Sıyrıl haydi; sana nefeslerini unutturan şeylerden. Her şeyin sahibi seni çağırıyor. Bu davet sana, bana, hepimize… Teslim olmanın tam sırası. Yaralı berelisin, ihtiyaçlarının ardı arkası kesilmiyor; ona göre. Nazlanma; seni çok sevenin kapısını çal; O’nda her şey var; daha ne!
HAYATIN ÖRGÜSÜ
“Atkısı ipek, çizgisi ipek…” bir hayat yaşadı gitti desinler. “Desinler…” diye yaşama yine de! Desinler/demesinler; kendini “kendin” bil.
YAŞAMAK FOTOĞRAFLARI
Yaşamak bir hatıra güzelliği…
Yaşamak bir kuş cıvıltısı…
Yaşamak nefeslerini duymak…
Yaşamak bitmeyen bir yol…
Yaşamak her daim bir adres tazeliği…
Yaşamak gözlerimde nazlı misafir…
Yaşamak ellerimde bir ipek dokunuşu…
Yaşamak yıldızların akarsulardaki, denizlerdeki uykusu…
YOL TÜRKÜLERİ
Bir ağaç ve kuş sesleri…
Yine çöl…
Gökyüzü, bulutlar…
Serap görüyorum; evet…
Yol ve sessizlik uzuyor.
Kulağım bu sessiz bestede…
Dinledikçe dinliyorum.
Ruhumu donatıyor bu çöl bestesi.
Notalara gürül gürül dökülesi…
HAMUŞAN
Şehirlerden sıkıldığında mezarlıklara uğra ara sıra. Ölüm sessizliğini gördükçe hayatı daha bir duyacaksın. Hırsların ölecek; göreceksin. Sükûnete ereceksin.
Bu sabah uğradım o sessiz konuşanlara, çeşmelerinden abdest aldım. Burası daha bir tanıdık; şehir daha bir yabancı geldi.
İlk yorumu siz yazın