BİR MÜSLÜMANIN JAPONYA GÜNLÜĞÜ: KÜLTÜREL FARKLAR

Konnichiwa 🙂

Merhaba kıymetli okuyucu,

Bu yazımızda bir ayeti sizinle birlikte tefekkür etmek isterim. Ayetimiz Hucurat 13 ve bizimle ilgili kısmı şöyle:

وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَـبَٓائِلَ لِتَعَارَفُوا

“..Tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık..”

Benim Japonya ilgim küçümencik bir lise talebesiyken başladı. Miyazaki Hayao’nun Komşum Totoro filmini izlemiş ve Miyazaki’nin zihin dünyasından çok etkilenmiştim. Onun bütün filmlerinin hikâyelerini araştırıyor ve onunla tanışmayı çok istiyordum. Bu, içimde giderek büyüyen Miyazaki ile tanışma arzusu Japonya ve Japonca sevdasına dönüştü zamanla. Japonya’ya gitmek için zengin olmayı bekleyemeyecek kadar sabırsız ama plan yapabilecek kadar sabırlıydım. En az bütçeyle en kaliteli anıları yaşayabileceğim, yaşarken öğrenebileceğim fırsatlar arasında (o zamanki ben için) zirvede “Japon Dili ve Edebiyatı okumak” vardı. İlk lisans yıllarımı çok güzel değerlendirdim, elhamdülillah. Hatta “Her Nur talebesi sınıfının en çalışkanıdır” mottosunu benimseyip, adeta alnımda bir nişane gibi taşıyarak her girdiğim yarışmada derece aldım, her sınavımı başarıyla geçtim, o meşhur mezuniyet kütüğüne de adımı çaktım hamdolsun. Necm 39 tecellî etmiştir, temsilî 🙂

Kısa bir “Neden Japonya?” girizgâhından sonra gelelim en lezzetli bölüme; Japon kültürü. Uzak Doğu halkını (kavramı birazcık değiştirerek) “gayr-i mü’min bir müslim” diye tanımlamak hoşuma gidiyor. Sokaklarda çöp kutusu olmamasına rağmen tertemiz olmasıyla; okul servisi yok denecek kadar az olup çocukların tek başlarına sabahın çok erken saatinde toplu taşıma araçlarıyla ya da yürüyerek okula gitmeleriyle (hakikî manada tek başlarına); tertemiz yeşil doğasıyla; bakımı her gün hatta belki her saat yapılan yolları, sokakları, patikalarıyla; kimsenin sizi bakışları veya sözleri ile rahatsız etmediği, her yere girip çıkabildiğiniz, tesettürünüzden dolayı vebalı muamelesi görmediğiniz koskocaman bir memleket hayal ediniz. Hatta kimi zaman tesettürüm muhabbete giriş vesilem bile olmuştur. Değinmeden geçemeyeceğim, aldığım en komik soru (tesettürümü işaret ederek) “Bu sizde moda galiba?” sorusuydu. Gülmemek için kendimi zor tutmuş ve dilim döndüğünce açıklama yapmıştım. Eğer bu soruya gülseydim onunla alay ettiğimi düşünebilirdi, soruya o yaşıma rağmen cevap veremeseydim çok kıymetli bir fırsatı kaçırabilirdim. Ah anılar…

Japonya’da bulunduğum süre zarfında aile büyüklerim benden umut beslediklerini dile getiriyordu. Dile getirmediklerinin alt metninde ise kitleleri harekete geçirip Uzak Doğuyu müslim yapmamı beklediklerini seziyordum. Buna vazifeliymişim gibi gelen his üzerimde baskı kuruyor ve her geçen gün bu baskıyı arttırıyordu. Bir gün ekip arkadaşlarımdan bir Vietnamlı, Müslümanların hınzır eti yememesi ve hınzırdan yapılan herhangi bir şeyi tüketememeleri yanısıra alkol tüketmiyor oluşları ile ilgili çirkin eleştirilerini, sözlerine dikkat etmeden dile getirdi. İtidal çağrısı yapan her düstur zihnimden silindi ve nevrim döndü. Yerimden kalkıp çocuğun saçını başını… Şaka şaka. Tabii ki şiddete şiddetle karşı bir insanım. Öfkeden yerimde oturamadığım için kalktım, etrafta bir tur atıp geri geldim. Çocuk çok iyi Japonca konuşamıyordu ve ben de o zamana kadar İngilizce bildiğimi bilmiyordum. Dilimin döndüğünce bu yaptığının büyük bir terbiyesizlik olduğunu, herkesin inançlarına saygı beslenmesi gerektiğini, onların da pek çok kültürde iğrenç olarak kabul edilen şeyleri yediklerini fakat ben sırf verdikleri özgürlük mücadelesini bildiğim için bütün Vietnamlıları tek bir kişinin terbiyeden yoksun fikirlerine göre eleştirmeyip saygı duyduğumu, hem de İngilizce ifade etmiştim. Hani derler ya epik bir an. İşte o an benim için pek epikti.

Sanırım kırılma noktam burası oldu ve ben İslam tebliğcisi olamayacağıma karar verdim. Kimseye herhangi bir telkin zaten yapmıyordum, bu andan sonra asla yapmayacağıma adeta and içtim. Sorulan sorulara cevap verir, eğer muhabbet açılırsa konuşur, açılmazsa temas bile etmezdim. Fakat arkadaşlarım her zaman ne yiyip içebildiğimi biliyorlar, bir mekâna gitmeye karar vereceğimiz zaman “Şebnem orada ne yiyecek?” diye benim yerime düşünüyorlardı. Allah razı olsun her birinden, Rabbim imanla şereflendirsin. Hatta Ramazan ayında canım çeker diye sınıfta su bile içmiyorlar, sınıfın dışına çıkıp sularını içip, abur cuburlarını yiyip geliyorlardı. Bir gün çıkarken tevafuken onları görmüştüm de, elleri ayakları dolaşınca vaziyeti anlamıştım. Bu davranışların kıymetini ülkemizde bu kültüre vakıf ve bu kültürün içinde büyümüş insanların zorbalıklarına maruz kalınca daha da iyi anladığımı söylesem, umarım kimseye haksızlık etmiş olmam.

Elbette akültürasyon güzellemesi yapmak değil niyetim. Beş vakit ezan sesini duyduğum, sokakta hiç tanımadığım insanlara selâm verebildiğim, hatta iki kelam sohbet edebildiğim, hakikî manada sıkı sıkıya sarılabildiğim güzel insanlar ile dolu bu cennet vatanı hiçbir şeye değişmem. “Irmağına, taşına ölürüm Türkiyem” modum açıldı 🙂

Japonya’nın (da) gittikçe kötüleşen ekonomisinin katkısı ve son zamanlarda iyice popülerleşen Japonya seyahatlarının da etkisiyle, Uzak Doğu tekrar gündemdeyken Japonya hakkında üç-beş kelam etmem talep edildi. Meseleye biraz tam ortadan girdik, ancak sanıyorum ki her Müslümanın nazara alması gereken noktalara doğrudan temas edebildiğim kısa-yorum oldu. Japonya kültürel şok yaşanabilecek en verimli topraklar. Bunu böyle söyleyince gülenler oluyor ama biraz düşününce isabetli bir cümle olduğu da anlaşılıyor. Benzer üç-beş özellik dışında çok ama çok farklı milletleriz. Zihin dünyamız, algılarımız çok farklı, beslenme biçimlerimiz çok farklı, kokularımız hatta terlerimiz bile çok farklı. Fakat farklılıkların çokluğu da bu kültürü ilgi merkezi haline getiriyor.

E tabi söylemeden de geçmeyelim. Aile büyüklerimin dualarının da kısmen kabul olduğunu belirtmeden bitirmek olmazdı. Tokyo Camii Enstitüsü staj programı ile 2023 yaz ayında Raşit Hocam sayesinde mühtediler ile röportaj yapıp İslamiyet’e dönüş hikâyelerini kitaplaştırdık hamdolsun. O kadar öğretici ve o kadar güzel bir tecrübeydi ki, cümlelerle ifade etmek benim için çok zor. O bize anlatılan “İslamiyet’i Müslümanlardan öğrenmemeli” hikâyelerini unutun. Uzak Doğuda insanlar hâlâ İslamiyet’i Müslümanlardan öğreniyorlar. Her hareketimize bakıyor, her mimiğimizi inceliyorlar. Röportaj yaptığım insanların (46 kişi) neredeyse hepsi (5 kişi hariç) İslamiyet’i Müslümanlarla öğreniyor ve Müslümanlara özenerek ihtida ediyorlar. Birinin hidayetine vesile olmanın hazzını hayal bile edemiyorum. Ki pek çoğunun, hidayetine vesile olan insandan daha ahlâklı bir Müslüman haline geldiğini söyleyebilirim. Yemin bile edebilirim ama ispatlayamam 🙂

 

Totalde bir buçuk yıl kaldığım bu güzelim memleket, kültürü, tarihi yahut inançları hakkında merak ettiklerinizi bana yazmaktan lütfen çekinmeyin. Seve seve sizinle bu konuda saatlerce sohbet edebilirim. Rabbimin ayetlerini okuyabilmek, okuduklarımızı hakkıyla anlayabilmek ve anladıklarımızla amel edebilmek duasıyla. Muhabbetle…

1 Yorum

  1. Kültürler arası etkileşimin ne kadar kolay ve etkileşime açık olduğunu gözler önüne sermişsiniz,yazınızın akıcılığı ve orada gördüklerinizle,sizde yarattığı etki merakımı biraz daha arttırdı.Lisanınızdan dolayı yazılarınız devamını bir okuyucunuz olarak bekliyorum. Muhabbetle

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*