Bahar Mi’racı

Hantallaşmış bedenlerdeki ruhları ihya eden bir aydır Ramazan-ı Şerif. Nefsine esir olmuş insanlığı gaflet uykusundan uyandıran, bir arınma ve Rabbine yönelme vakti olan bu kudsî zamanlar bu sefer baharın ilk günü ile karşılıyor bizleri; içinde yaşatmış olduğu baharın coşkusunu yeryüzüne de aksettiriyor adeta. Ramazan’dan evvel Recep ve Şaban ayları ile bizlere bir nevi manevî temizlik yaptıran Rabbimiz, yemek-içmek ile olan meşguliyetimizi azaltarak ve her zamankinden daha fazla zikir ile meşgul ederek Kur’ân ayı olan Ramazan’a öyle muhatap ediyor bizleri. Ramazan hoş geliyor, kalplerimize neşe ve baharı getiriyor. Peki biz onu nasıl ağırlıyoruz? Tüm mesele de bu değil mi?

Orucun hakikati kulluk açısından da gayet ehemmiyetlidir. ‘Neden?’ diye sorarsanız; insan ne kadar aciz ve fakir olduğunu oruç ile anlıyor. Çevresinde yiyebileceği onlarca yemek varken ‘ye’ emri gelene kadar hiç birisine dokunamıyor. Üstadımızın deyimi ile “Emir olunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır.’’ hakikatini hakka’l-yakin bir sûrette tecrübe ediyor. Kendindeki bu güç ve iktidarın zâtî olmadığını ancak Rabbinden verildiğini anlıyor. Nefsinin firavuniyeti kırılıyor ve “eğer gaflet kalbini bozmamışsa kendi eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanıyor’’. Böylece rızka muhtaç olduğunu, rızıktan ziyade rızkı verene daha muhtaç olduğunu anlayan insan kalbi de hakikî maşukunu buluyor. Âşıkın mâşukun rengine boyanması sırrınca da Rabbinin bin bir tecellîsine âyinedar olan gönüllere bahar geliyor. Esmaların latifelerimizde açtırdığı çiçeklerin râyihası sarıyor ruhumuzu.

Cümlelerime başlarken bu sene bahar ile Ramazan başlangıcının tevafukundan bahsetmiştim. Biz mü’minler için manevî bir bahar olan Ramazan ayının bahar ile tevafukundan okunacak nice hikmetler vardır. Örneğin baharda yağan yağmurun toprağı bereketli kılması gibi şu gelen Ramazan da yaptığımız her ibadeti bire bin yapması Rabbimizin yüceliğini ve şanını bizlere gösteriyor. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde: “Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.’’ başka bir hadis-i şerifinde ise “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” buyurmuştur. Risale-i Nur’da da sıklıkla okuduğumuz ‘her hasenenin sevabı başka vakitte on ise Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar’ sözleri baharda bir tohum ekip binler mahsul alan çiftçiler gibi gönüllerimizi şenlendiriyor. Görüleceği üzere yüce Rabbimiz rahmetinden dolayı mükellef kıldığı ibadetlere ne kadar lütuflar ihsan etmiş ve böyle mübarek günlerde ibadetlerimizi bereketli kılmıştır. Keza Üstadımız Risale-i Nur’da Ramazan’ın mümbit bir mezraa olduğundan bahsediyor. Yani Ramazan çok verimli bir arazi gibidir. Ne ekersen yetişir. Baharda toprağın daha verimli hale gelmesi gibi Ramazan da işte aynen böyledir. Bunun farkında olalım ve niyetlerimizi aynen tohum ve tomurcuklar gibi alalım. Sümbülleneceğim, çiçek açacağım diyelim. Değişmeye, ahsen-i takvim sureti üzerinde olmaya, ibadet ve kulluk üzerine küllî niyetler edelim. Bu bereketi kaçırmayalım. Kur’an-ı Kerim’de Lokman Sûresinde (34) yağmur ‘ğays’ köküyle ifade edildiğinden anlaşılıyor ki yağmur rahmetin ta kendisidir. Baharda yağan yağmur gibi bu ayda üzerimize adeta yağmur olup yağan Allah’ın rahmetinden uzaklaşmayalım.

Yine baharla beraber içimizi ısıtan güneş gibi Ramazan-ı Şerif’te de kalpleri ısındıran Allah’ın rahmetidir ve Allah’ın rahmetinin müjdecisi olan Kur’ân bu ayda nüzul etmiştir. Bize Bâkî-i Hakikî’den ve dar-ı saadetten haber vermiştir. İnsan kalbinin en çok muhtaç olduğu rahmet-i İlâhiyeden haber veren Kur’ân insanın kalbine şifa olmuş ve onu elim ızdıraplardan kurtarmıştır. O yüzden beşerin hakikî güneşi Kur’ân’dır. Bu öyle bir güneştir ki hiç batmayacak, daima gönülleri aydınlatacak ve rahmetiyle de ısıtacaktır. Rabbine müştak olan gönüller Kur’ân’la vuslata ereceklerdir. Üstadımızın “Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.’’ dediği gibi sanat-ı Rabbanî adeta bu vuslatın bayramı için süslenecek; gönüllerde filizlenen ayetler manevî havayı temizleyecektir. Adeta yeni inzal oluyor gibi Hz. Cebrail’in (as) indirdiği her bir Kur’ân harfine mukabil Kur’ân-ı kebîr olan kâinat dahi çiçek açacak ve bayram edecektir.

Bu bahar ve bu hazırlık hepsi elbette bir hikmete mebnîdir. Bu kadar işin arkasındaki Fâil-i Muktedir ne istiyor peki bizlerden? Bu sorunun cevabını Üstadımızdan öğrenelim: “Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor. Öyle de Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür.” Demek ki Rabbimiz bize verdiği nimetler karşısında şükür istiyor. Şükür nimette in’amı görmektir. Maddeci düşüncenin esir aldığı çağımızda belki de farkında olmayarak pek çok şeyi sebeplere verebiliyoruz. Oysaki baharda müşahede ediyoruz ki nedenler de neticelerle beraber yaratılıyor ve yok oluyor. Eğer bu istediğimiz şeyleri yaptığı isnad edilen nedenler ise onların da yok olmaması gerekmez miydi? İçinde bulunduğumuz bu derin gaflet hakikî vazife-i insaniye olan şükrü bizlere ettirmiyor ve maalesef insanı kendi felaketine sürüklüyor. Oruç vesilesiyle derkettiğimiz bu hakikat ise bizleri nedenlerden uzaklaştırarak hakikî şükre yakınlaştırıyor.

Ramazan’ın kıymeti hakkında Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Eğer kullar, Ramazan’ın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi…” Elbette bu hakikati anlayana mi’racın kapıları açılır. Evet mi’rac dedim çünkü her şeyin bir mi’racı vardır. Bir tohumun mi’racı sümbül olmaktır. Bir çiçeğin mi’racı meyve vermektir. Herkesin ve her şeyin kendi mi’racı vardır. Her yaşanılanın arkasında Rabbini bulmak bir mi’racdır. Her musibet anında Rabbine yakınlaşman mi’racındır. Yaşadığın hüznü Allah’a yakınlaşmak için basamak yapman mi’racındır. Istılahî anlamda mi’rac Peygamberimize hastır ancak o yol mü’minler için hâlâ açıktır. Peki bir insan en çok ne zaman yakınlaşır Rabbine? Aciz hissettiğinde değil mi? İnsan bu denli aciz ve fakir olduğunu idrak ettiğinde ise kendi mi’racına uçmak için bir fırsat bulur. Üstadımızın deyimiyle acz ve fakr kanatlarıyla Kadîr-i Rahîm’in dergâhına uçar. “Mü’min öldüğü zaman, namazı baş ucunda, zekâtı sağında, orucu solunda bulur.” hadis-i şerifi ve 24. Söz’de geçmekte olan “[İnsan] eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalp kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir.’’ sözü ile anlaşılıyor ki orucumuz da mi’racımıza vesile olabilir. Ubudiyetin özünde acizlik ve fakirliğin derki vardır. Aczi ve fakrı anlamaya vesile olan orucun ise ne kadar kıymettar olduğu aşikârdır zannederim.

Velhâsıl, kendi mi’racına niyetlenen kâinat gibi biz de niyet tohumlarımızı mümbit bir mezraa olan Ramazan-ı Şerif’e ekelim, çiçekler açalım, kâinatın nazenin bir meyvesi olalım.

Ramazan’ın kıymetini anlayanlardan ve yaşayanlardan olmamız temennilerimle. Sağlıcakla kalın.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*