
Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Sizler Cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen Nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır.”
Bediüzzaman Said Nursî muasırlarının dinî, millî, içtimaî, siyasî hususlarda yaptığı ikazları dinlememeleri, verdiği müjdelere itibar etmemeleri üzerine istikbal tarafına dönüp ensâl-i âtiyeye böyle seslenmişti. Bu seslenişte, muasırlarına serzeniş, ‘hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz ettirecek nesl-i cedîde’ sitayiş vardı. Ama asıl maksadı onlara vazife, ümit ve müjde vermekti:
Cennet-âsâ bahar müjdesi…
Hayatının Eski Said safhasında her vesile ile “Bu Osmanlı ülkesinde büyük bir parlak nur çıkacak. Gördüğümüz bütün fenalıklara karşı bu vatana saadet temin edecek” demişti. (Eski Said Eserleri, s. 304) Eski Harb-i Umumîden evvel gördüğü rüya-i sadıkada büyük bir infilak olacağını, o infilaktan ve inkılaptan sonra Kur’ân’a hücum edileceğini, Kur’ân’ın etrafındaki surların kırılacağını, Kur’ân’ın, çelik zırh misâli i’cazı ile kendini müdafaa edeceğini, o i’cazın izharına namzet olduğunu anlamış ve harekete geçmişti. (Barla Lahikası, s. 35)
Hayat hedefi, Kur’ân-ı Kerim’i zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde altmış cilt hâlinde tefsir etmek, din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı Medresetü’z-Zehra’yı kurmak, cihanşümul mücadele gücüne sahip keyfiyet sahibi talebeler yetiştirmek ve İslâm’ı dünyaya hâkim kılmaktı. Horhor Medresesi’nde talebe yetiştirmeye, İşârâtü’l-İ’câz’la Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etmeye başlamış, Van’da Medresetü’z-Zehra’nın temelini atmıştı.
O yıllarda Osmanlı devleti Ruslarla savaşa girdiği, kendisi de talebeleri ve gönüllülerle birlikte milis alayı kurup savaşa katıldığı, yaralanıp esir düştüğü için çalışmaları yarım kalmıştı. Esaretten kurtulup İstanbul’a dönmüş, işgal kuvvetleri ile mücadele etmiş, ‘mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden muhteşem meclis’ten ‘felâket ve helâket asrının adamı’ (Sünûhat, s. 55) vazifesini aldıktan sonra Ankara’ya gitmiş, ‘milleti, İslâmiyetten evvelki âdetlerine sevk eden hainleri görüp ikaz etmiş’, onlar sözlerini dinlemeyince Ankara’dan ayrılmış ve vatan addettiği Van’a gitmişti.
Hayatının Yeni Said safhasında ‘iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar’ tabiri ile tavsif ettiği güruh-u zalemenin sürgüne gönderdiği Burdur’da, Barla’da, Isparta’da, Eskişehir’de, Kastamonu’da, Denizli’de, Emirdağ’da Risâle-i Nur Külliyatını telif ederek ‘Eski Said’in kafasını alıp Yeni Said’in sünûhatı ile dikkatle mütalâa ederek, acip bir hiss-i kablelvuku ile hissettiği vukuat-ı maddiye ve maneviyeyi’ gerçekleştirdi. (Emirdağ Lahikası, s. 442)
“Eski Said de bir Nurcu olsun, o zamanda münferit kalmasın” diyerek (Eski Said Dönemi Eserleri s: 271) hayatının Üçüncü Said safhasında, Eski Said’in fikrî mahsulatı olan eserlerini ve ‘bedevî aşâire verdiği dersleri’ Nur Şakirdlerinin de alması için Arapça olanları Türkçeye tercüme edip ettirerek, Türkçe olanları da yeniden tanzim ederek Risâle-i Nur Külliyatına dahil etti. “Medresetü’z-Zehra’nın Nur Şakirdleri” tabiri ile tavsif ettiği talebelerini yetiştirdi, Nur medreselerini açıp Nur cemaatini tesis etti ve hayatının üç safhasında, ancak üç yüz senede yapılabilecek maddî manevî icraatlar yaparak hayat hedeflerini tahakkuk ettirdi.
Nesl-i cedîde verdiği Cennet-âsâ bahar müjdesinin gerçekleşme faslının başlaması demekti yapılan icraatlar. Bu fasılda her Nur nesline tekabül eden vazifeler ve o vazifenin neticesi sayılan mükâfat hususiyetli hisseler vardı. Nesiller ancak vazifelerini ihlâsla, sadakatle yaptıkları nisbette hisselerini alabilirlerdi.
Bediüzzaman’ın ‘haslar, hassü’l-haslar’ tabiri ile tavsif ettiği Birinci Nesil Nur Talebelerine tekabül eden vazife, Risâle-i Nurların telifine yardım etmekti. Onlar Eski Said’in talebeleri gibi onun uğrunda can vermediler ama her hadisede can verircesine, envai çeşit zulme maruz kalmak pahasına hayatlarını hizmetlerine vakfettiler. Yazılan bahisleri dikkatle, sadakatle çoğalttılar ve Risâle-i Nurların telif edildiğini görerek Cennet-âsâ bahardan hisselerini alıp ebedî Cennete gitmek üzere ahirete irtihal ettiler.
Risâle-i Nur hizmetinin temeli, direği, istinatgâhı sayıldıkları için Bediüzzaman’ın ‘erkânlar, rükünler’ dediği İkinci Nesil Nur Talebelerine düşen vazife, Risâle-i Nurları neşretmekti. Onlar da kendilerine hüsn-ü misâl olan haslar gibi hayatları pahasına ihlâsla hizmet ederek Nurların neşredilmesini sağladılar. Her eser tâbedildiğinde Üstadları ile birlikte ‘Nur’un bayramını’ yaşayarak hisselerine düşen manevî hazzı hissettiler.
Üçüncü Nesil Nur Talebelerinin vazifesi imanı ihya ve İslâm’ı ilân hususunda beşeriyete hitap eden Risâle-i Nur Külliyatını dünyaya yaymaktı. Bediüzzaman’ın hayatının Üçüncü Said safhasında dünyadaki elli dört ülkenin dinî mercilerine risâle göndermesini esas ittihaz edip Risâle-i Nurları çeşitli dillere çevirerek dünyaya yaymanın huzuru ile mesrur oldular.
Cennet-âsâ bahar faslında Dördüncü Nesil Nur Talebelerine tekabül eden vazife, diğer nesillerin yaptıkları hizmetleri geliştirerek devam ettirmekle birlikte, fert ve cemaat olarak Risâle-i Nurları okumak, anlamak, ihtiyaç hâsıl oldukça bazı bahisleri şerh etmek; ihlâs, uhuvvet, tesanüdle birbirine bağlanıp şahs-ı manevî olmak ve Risâle-i Nur’u, yani ‘doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu’ yaşamaktı.
Yapılmış, yapılacak bütün hizmetleri ihtiva ettiği için beşincisi olmayan ve kıyamete kadar ‘dördüncü’ sıfatı ile anılacak olan nesillerin Risâle-i Nurları yaşama vazifesi, diğerlerinden çok daha zor olmalı ki nesl-i âtîye müjdesini ‘Cennet-âsâ bahar’ tabiri ile veren Bediüzzaman, dördüncü Nesil Nur Talebelerine ‘gaflet mevsimi olan bahar, (Kastamonu Lahikası, s. 243) bahar mevsimi gafleti, (a.g.e. 242) bahar mevsiminde umumî gaflet, (a.g.e. 252) bahara yakın hayat-ı dünyeviye gafleti’ (a.g.e. 133) gibi ifadelerle ‘bahar’ tabiri altında mühim ikazlarda bulundu.
Son yarım asırlık zaman içinde Nur camiasında yaşanan bazı hadiseler, mezkûr ikazların ne kadar isabetli olduğunu gösterdi. Bahar mevsimlerinin insanın hislerini harekete geçirip kanı cevelan ettirmesinin de tesiriyle bazı mahallî, münferit fertlere, cemaatlere arız olan yalnız kendilerinin yaptıklarını hizmet sayma, sair cemaatleri ademe mahkûm etme şeklinde tezahür eden hissî bahar gafleti, Nur Şakirdlerinin şahs-ı manevîsine zarar verdi.
Bediüzzaman’ın ‘Sakın, sakın’ tabirleri ile tahşid ve tavsiye ettiği “Risâle-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüdü” sağlamak, Risâle-i Nur’un manevî şahsiyetine mütenasip olacak şekilde Nur Şakirdlerinin şahs-ı manevîsini teşekkül ettirmek de Dördüncü Nesil Nur Talebelerinin aslî vazifesidir. Onlar da Cennet-âsâ baharın kendilerine tekabül eden vazifelerini yaparak o baharı cihanşümul hale getirecekler ve ihlâsları nisbetinde saadet-i dareyne mazhar olacaklar.
‘Risâle-i Nur küfrün belini kırdı.’ Dinsizliği din ittihaz eden komünizm gibi zihniyetlerin çökmesi, diktatörlüğe dayanan ulus-devletlerin yıkılması insan haklarına ve din, inanç hürriyetine zemin hazırladı. Nur Talebelerinin cihanşümul hizmet hamleleri, tarikatların, İslâmî hizmet gruplarının teşebbüsleri ile dünyanın hemen her yerinde İslâm dininin serbestçe yaşanması neticesinde imanî ve manevî bahar havası bütün yeryüzüne yayıldı.
Bu baharın müjdesini Bediüzzaman Said Nursî vermiş, adını da o koymuştu. Teşekkül şartlarını hazırlamış ve gelmesini sağlamıştı, bu asrın ve istikbalin zaman zeminine Nur tohumlarını ekmişti. Zemin bahçesinde manevî bahar çiçekleri açıp ebedî Cennet meyveleri vermesine vesile olmuştu. Onun için bu bahara “Bediüzzaman Baharı” demek münasiptir.
Bahar mevsimlerin güzeli, renklisi, bereketlisidir; Bediüzzaman da zamanın bediisi, güzelliği, emsalsizi. Onun tabiri ile ‘her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı’ (Tarihçe-i Hayat, s. 73) olduğu gibi Eski Said kışının akabinde de Bediüzzaman baharı geldi, zemin yüzünde güneş renkli Risâle-i Nur çiçekleri açtı. Şimdi Risâle-i Nur camiası evvel-baharı ahvalini yaşıyor. İnşaallah İslâm âlemi ve insanlık da bu baharın nurundan, renginden, rayihasından nasibini alacak ve bütün cihan İslâmiyetle müşerref olacak.
Bediüzzaman baharının hazanı yok. Zira bu bahar Cennet-âsâ bahar.
İlk yorumu siz yazın