
Konnichiwa 🙂
Selamlar kıymetli okur,
Havalar da ne güzel oldu, değil mi? Başlıktan da anlaşılacağı üzere; açım. Açlık duygusunun en tatlı muhabbeti de yemekler. Haliyle bu seferki mevzumuz yemekler. Japonya ve Japon yemekleri hakkında her yerde bilgi bulabilirsiniz. Ben size benim en sevdiklerimden ve en hoşlanmadıklarımdan bahsedeceğim.
En favori yemeğim; onigiri. Üçgen biçiminde pirinç topu hayal edin, ortasında genel olarak deniz mahsulü bulunur, dış çevresi de yosun kaplıdır. Yosun taze kalsın diye özel ambalajı siz paketi açıncaya kadar pirinç ile arasına mesafe koyar. Paketi açar açmaz ağzınıza attığınız ilk lokma ile gelen hafif çıtırtı ve o lapa pirinç kokusu… Ah nasıl özledim. Kalkayım da bi onigiri sarayım kendime 🙂
Suşiyi ilk sıraya almadım diye gönül koymayın lütfen. Zaten Anadolu mantığı ile ifade edecek olursak; onigiri de suşinin kardeşi sayılır. Tabi hepsinin lezzeti başka. “Ayy çiğ balık mı yiyosuuğğnn” diye kalp krizi geçirmeyin. Gerçekten çok lezzetli ve çok sağlıklı. Koskoca Japonya halkı yüzyıllardır tükettiği şeyin sağlıklı olup olmamasına hassasiyet gösteriyordur zaten, değil mi? 114 yaşına basmış suşi müptelası teyzelerin, dayıların bizden öğrenecek halleri yok. Aldığım en klasikleşmiş tepkidir; Japonların böcek, kedi-köpek yemediğine dair yemin ettiğimi bile biliyorum. Bir Kürt olarak “Kur’an’ıma yemiyorlar law” demişliğim var, evet, itiraf ediyorum. Size de yemin edeyim isterseniz, bir telefon kadar uzağınızdayım. 0507… şaka şaka beni aramayın, zaten muhtemelen uyuyorumdur. Ne hikmetse genelde insanların beni aradıkları saatlerde uyuyor oluyorum. Halbuki günde sadece 5-6 saat uyuyorum. Nasıl denk geliyor, inanın ben de bilmiyorum.
İkinci favori yemeğim tempura tabağı. Fetvalarından dolayı pek çok deniz mahsulü yiyebilmeme vesile olan İmam Şafiî’ye hürmetlerimi ve dualarımı gönderiyorum. Canım imamım, iyi ki varsınız. Tempurayı bizim klasik kızartma tabağına benzetebiliriz. Bazı sebzeler ve karides, özel bir sosa batırıp kızartılır. Batırılan sos kızarma esnasında sertleşir ve yiyeceğe çıtırlık katar. Sonra bu kızartmalar soya sosuyla renklendirilmiş lapa pirinç pilavı üzerine yerleştirilir. Yanında miso çorbası ve çeşitli turşularla servis edilir. Muhteşem bir lezzet. Soya sosunun helâl olanlarını tercih eden restoranlarda yemek ya da evde yapmak daha makul olacaktır.
Turşu demişken; her yemekte muhakkak çeşni diye ifadelendirilen turşular ikram edilir. “Hamsi turşusu mu olur, diye Karadenizlileri boşuna harcamışız” dedirten cinsten, envai çeşit turşuları tadınca artık “Balık turşusu mu, ooo alırım bi dal” diye sorgusuz sualsiz (helâl mi diye sorun siz yine de) yer hale geliyorsunuz.
Turşu deyince de aklıma soslar geldi. Japonya bence İtalya’dan sonra sos konusunda çok başarılı bir ülke. Helâline denk gelirseniz her türlü sosu muhakkak deneyin. Acı, ekşi, tatlı, umamili karışık pek çok sos mevcut. Özellikle belirtmeliyim ki “Ay ben bu sosu beğenmedim” dediğim neredeyse hiç olmamıştır. Zaten bir de marketlerde salata malzemeleri doğranmış bir vaziyette özel kâsesinde satılıyor, size de soslayıp karıştırmak kalıyor.
Japon kültüründe doğa gözlemi çok hâkim. Mevsim geçişlerini yiyeceklerde de görebiliyorsunuz. Sakura (kiraz çiçeği) mevsiminde market ve restoranlarda da sakuralar açıyor adeta. Sakuralı dondurmalar, sandviçler, içecekler hatta ve hatta hamburgerler bile. Tabi ki mevzu ülkenin simgesi olduğu için sakuraya has değil; şeftali, tatlı patates, mevsiminde yetiştirilmiş envai çeşit baklagiller için de geçerli.
Öğrencilik hayatım Osaka’da geçtiği için takoyaki (ahtapot kızartması) ve okonomiyaki (lahana krebi) güzellemesi yapmadan bitirirsem gözlerim açık giderim. Takoyakiyi mümkünse ev partilerinde yapmalı. Parti dediysem de kız buluşmaları gibi düşünün. Top şeklinde pişmesini sağlayan özel takoyaki pişirme makineleri oluyor. Her Osakalının (hatta bence Kansaijin dediğimiz çevre bölge halkının) evinde muhakkak vardır. İki ya da üç haftada bir, birinin evinde toplanılıp birlikte takoyaki partisi düzenlenir. Bizim Kayseri’nin mantı sıkma günleri gibi diyebiliriz belki. Ama tabi mantı gibi stoklanabilen bir şey değil bu, pişirilip sıcak sıcak tüketilmesi gereken bir lezzet. En güzeli de ocak başı muhabbetler, oyunlar. Japonlar soğuk ve mesafeliler belki ama arkadaşlığı kurunca bilhassa sofra başında çok güzel muhabbetler edilebiliyor.
Gelelim sevmediğim şeylere; tabi ki halay başı yiyeceğimiz; nattou. Lütfen internetten resmine bakın. Fermente edilmiş fasulyeler, oldukça kötü bir koku eşliğinde sülün sülün sünerek pirinç kâsesinin üzerinde size ölümü arzulatır bir şölen sunuyor adeta. Hani çizgi filmlerde olur ya çoraptan yeşilli morlu bir duman yükselir, hah işte o görüntü nattou sofrasında yaşanıyor. Japon orta yaş+ favori ürünüdür kendisi çünkü dinçlik verdiği ve hücre yenilediği söyleniyor. Durian (kokusu eziyet, tadı güzel meyve) gibi düşünebilirsiniz, gerçekten çok kötü kokuyor. Daha fazla tasvir etmeme gerek yok siz anlamışsınızdır bence. Tadının kötü olduğunu söyleyemem ama ağızda bıraktığı hissiyat ve koku nattou yemeyi zorlaştırıyor.
Gelelim ikinci felaket yiyeceğe; tofu. Orta boy beyaz peynir görüntüsü var ve limonlu jöle gibi kımıl kımıl oynak bir şey düşünün. Aşırı yumuşak ve günlük tüketilen bir besin deposu. Ama tatsız tuzsuz bir şey olması ile anti-aging gece kremi yiyormuşsunuz hissiyatı uyandırıyor. Japonların uzun yaşamının gizemli sırrı olduğu düşünülüyor olsa da her gün bunu yiyeceğime, haddi aşmadan ölmeyi tercih ederdim. Genelde akşam yemeklerinde tüketiliyor. Çok dikkatli bir şekilde kızartıldığında dağılmadan tabaklara servis edilebilir. Üzerine helâl soya sosu ile nottouya göre daha yenilebilir olduğunu söyleyebiliriz. İllaki yemek zorundaysam (silah zoruyla felan yani) ben miso çorbası ile tercih ederim. Miso çorbasını da yeterince övemedim, Japonya’nın efsane çorbasıdır. Zaten pek de çeşitli çorba kültürünün olmadığını göz önünde bulundurursak misoyu tek geçebiliriz.
Kapanışı da abur-cuburları tanıtarak yapayım madem. En sevdiğim favori çıtırım; senbei. Ham maddesi pirinç olan, deniz mahsulleri ve susam ile çeşnilendirilmiş bir kraker. Aşırı ama aşırı lezzetli bir şey. Lütfen fırsatınız olursa deneyin. Zaten büyük bir çoğunluğu helâl (siz yine de içeriğini kontrol edin muhakkak), hangi markadan alırsanız alın hepsi lezzetli. Şekerlemeler ve çikolatalar da çok keyifli. Wasabili (Japon acısı), karidesli, erikli cipsler çok keyifli. Fakat cipsin helâlini bulmak çok zor, dikkat ediniz. Yanı sıra son zamanlarda Türkiye’de de popülerliği artan mochi var. Mochi helâl olup da her yerde bulabileceğiniz nadir ürünlerden biri. Yapış yapış kıvamını sevmesem de yenilebilir olduğunu belirtmem gerekir.
Yine bahsetmediğim pek çok şey kalmıştır. Genel olarak Japon kültüründeki gıdaların tatları çok güçlü değil, hafif ve zayıf tatlar hâkim. Bizim kültürümüzdeki şerbetli tatlılar gibi ya da acılı Adana gibi güçlü tatlar beklemeyin lütfen. Sonra “Hani bunlar lezzetliydi!” diye hayal kırıklığı yaşar, üzülürsünüz. Fakat her şey bir kenara Rabbim bizi o kadar donanımlı yaratmış ki dünyanın öbür ucundaki şeyi yesek de yemesek de o lezzeti ayırt edecek damak ve dil kondurmuş şu küçücük bedenimize. Hayretle temaşa etmemek akıldan uzak bir hal doğrusu.
“Verdiği bütün nimetler için Allah’a hamdolsun. Hatta, hamd etmeye muvaffak kıldığı için yine O’na hamdolsun.” İmam Gazzâlî (ra)
İlk yorumu siz yazın