
Hayat bir faaliyet ve harekettir”1 vecizesinin yüzer hikmetlerinden bir veçhi de spora bakıyor olmalı. Konu ile ilgili hadisler ve Üstadın hatıraları bu hakikatin gayet kuvvetli ispatlarıdır. Kâinatın boşluk kaldırmayacağı hepimizce malûmdur. Bir sosyal medya paylaşımı konumuz açısından son derece manidârdır: “Boş silahı bilmem ama boş insanı şeytan doldurur.” Helâl dairesinde olmak şartıyla sporla iştigal etmenin çok sayıda faydası vardır.
Çağımızın en temel hastalıklarının sebeplerinin başında hareketsizlik gelir. Masa başı işler; obezite, fiziksel rahatsızlar başta olmak üzere çok sayıda maddî hastalıklara sebebiyet verir. Stres, sıkıntı, gerginlik gibi mânevî hastalıkların da yolunu açtığı birçok tecrübeyle müşahede edilmektedir.
Güç ve güven sağlayan faaliyet: Spor
“Kızlardan biri, ‘Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır’ dedi.”2 ayetinde Hz. Şuayb’nın kızlarının çobanlık yapması için Hz. Musa’yı tutmasını istemelerindeki gerekçe ilgi çekicidir. Maddî ve mânevî özelliklerini nazara veren güç ve güvenin, kişinin beden ve ahlâk gelişimine doğrudan tesiri vardır. Spor sadece beden değil, ahlâkî gelişime de pozitif katkı verir. Zira enerjisini helâl dairesi içinde doğru yönde kullanarak spor yapan insanlarda içki, sigara, kumar, uyuşturucu, fuhuş gibi zararlı alışkanlıklar yok denecek kadar azdır.
“Kuvvetli mü’min, zayıf/güçsüz mü’minden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.”3 hadisi de kuvvetli mü’min olmaya teşvik eder. Kuvvet tanımında maddiyat ve iradenin yanında fizikî gücün de anlaşılması gerekir. Spor yapanlar hangi yaşta olursa olsun akranlarından daha güçlü ve sağlıklı bir yapıda oldukları aşikârdır.
Efendimizin (asm) teşvik ettiği bazı spor dallarını inceleyerek sporun dünyevî ve uhrevî faydalarını daha yakından anlamaya çalışalım:
Gerçek pehlivan kimdir?
“Torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Hz. Peygamber’in huzurunda güreşmişler, Hz. Peygamber de Hz. Hasan’ın tarafını tutmuş, sebebi sorulunca: ‘Cebrâil Hüseyin’e yardım etmektedir, ben de Hasan’a yardım etmeyi seviyorum.’ demiştir.”4 Efendimizin (asm) bu tavrı güreşi teşvik etmesinin yanı sıra adalet ve hakkaniyet ders vermesi bakımından da manidârdır.
Mekke’nin ünlü pehlivanı Rükâne b. Abdi Yezid’in Müslüman olmak için, kendine göstermesi gereken bir mu’cize olarak, güreşmeyi ve güreşte kendisini yenebilmesini şart koşması ve güreş sonunda yenilmesi şu itirafa vesile olacaktır: “Ey Muhammed! Şimdiye kadar beni hiç kimse yenemedi. Beni yenen sen değil, sahip olduğun manevî güçtür.” Bu galibiyetin güreşin bir Osmanlı sporu hâline gelmesinde ciddi tesiri vardır.
Hz. Peygamber (asm), “Sizce pehlivan kimdir?” diye sorar. Yanında bulananlar, “Pehlivan, hiç kimsenin güreşte yenemediği kimsedir.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle der: “Hayır, öyle değildir; asıl pehlivan, öfkelendiğinde nefsine hâkim olan kimsedir.”5 Bu rivayet pehlivanlığın sadece maddî vechesine değil, mânevî açılımına işaret etmiştir. Öfkeli iken dengeli olmaya, iradenin doğru istimaline dikkat çekmiştir.
Çocuklara hangi sporları öğretmeliyiz?
“Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz.”6 Yüzmek, insanlık tarihi boyunca hem meşru lezzet hem de lüzumlu bir hayat becerisi olarak ehemmiyetini korumuştur. Efendimiz (asm) henüz çocuk yaşlarında annesiyle birlikte gittiği Medine’de Benû Neccar kabilesine ait su birikintisinde yüzmeyi öğrenmiştir. Mezkûr hadiste de çocuklara öğretilmesini tavsiye ederek yüzmenin sadece bir spor değil, aynı zamanda ebeveynlerin mühim bir sorumluluğu olduğunu hatırlatmıştır.
Mühim bir meşgale: Ok atmak!
“Düşmanlarınıza karşı elinizden geldiğince kuvvet hazırlayın”7 âyetindeki kuvveti, Efendimiz (asm) ok atmak olarak açıklamıştır. Efendimiz (asm), Uhud harbinde isabetli atışları sebebiyle hayatı boyunca sadece Sad İbnu Ebî Vakkas için “annem babam sana feda olsun” tabirini kullanması ok atmanın ne denli kıymetli olduğunu izhar eder.
“Sizden birinizi gam ve sıkıntı bastığı zaman, yayını kuşanıp, kederini onunla dağıtmadan başka yapacak bir şeyi yoktur.”, “Sizden hiç kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın.” ve “Atış eğlence değildir, atış eğlendiğiniz şeylerin en hayırlısıdır.” gibi rivayetler ok atmanın insan psikolojisine olumlu tesir etmesinin yanı sıra keyfiyet yönünü de nazara verir.
Yarışlara nasıl bakmalıyız?
Efendimiz (asm): “Şu üç şeyde armağan vardır; Deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı”8 diyerek bazı spor dallarındaki yarışlarda ödül verilmesini teşvik etmiştir. Mezkûr hadiste özellikle biniciliğe atıf yapılması kıymetini ve ehemmiyetini izhar eder. Deve ve atın, Asr-ı Saadette en hızlı ulaşım aracı ve savaşta en önemli binekler olması toplum hayatına olan tesirini gösterir.
Resulullah’ın Adbâ adında bir devesi vardı. Bütün yarışları kazanırdı. Bir gün binek devesi üzerinde bir bedevi geldi ve yarışta Adbâ’yı geçti. Bu durum Ashabın ağrına gitti. Allah Resülü Ashabının üzüntülerini yüzlerinden okuyunca şu açıklamayı yaparak teselli etti: “Yeryüzünde, yükselttiği her şeyi arkadan alçaltmak Allah üzerine bir haktır.”9 Hakikatin yüzü nefse ağır gelse de çözüm o hakikatten uzaklaşmak değil, yüzleşmektir. Yüzleşme cesaretini gösterenler düştüğü yerden kalkabilen az sayıdaki bahtiyarlardır. Üzülme kişiyi yeise sevk eder. Hakikat ise harekete, çözüme teşvik eder. Hadise bu minvalden bakıldığında ilgili kişiye işe yaramayan boş bir üzüntü girdabından alınarak, hayırlı hamleler yapabilme motivasyonu kazandırdığı görülür.
Muhteşem ikili: Yürüme ve koşu
“İki hedef arasında koşan kimsenin her adımı için bir hasene mevcuttur, ok yarışı yapın, vücutça sertleşin, yalın ayak yürüyün”10 ve “Hz. Peygamber’in (asm) Hz. Âişe ile iki sefer koşu yarışı yaptığı, birincide Hz. Âişe’nin kazandığı, ikinci seferde, şişmanlık sebebiyle Hz. Âişe’nin kaybettiği ve koşuyu kazanan Hz. Peygamber’in (asm) ona: ‘Bu, önceki koşuya bedeldir (ödeştik)’ dediği rivayet edilmektedir.”11
Mezkûr hadisler atletizm olarak anlaşılabilecek yürüme ve koşunun Efendimiz (asm) tarafından hem teşvik edildiği hem de bizzat yapıldığını nazara verir. Dünyanın en risksiz sporu olarak da tanımlanan yürümenin hadisteki yalın ayak vurgusu spor yapmaya olduğu kadar sağlığa da atıf yapar. Halk arasında vücuttaki elektriğin boşaltılması için en pratik metodun çıplak ayakla toprağa basılması olduğu çoğu kişi tarafından bilinmekte ve uygulanmaktadır. Ayrıca, Efendimiz (asm) eşiyle koşu yarışı yapması aralarındaki muhabbeti artırmaya, meşru dairedeki keyfi tatmaya, tatlı bir rekabete vesile olduğu değerlendirilebilir. Bu açıdan sporun eşler arasındaki çok hikmetli faydalarının bizzat Efendimiz (asm) tarafından teşvik edilmesi, aile saadeti ve huzuru artıracağı söylenebilir.
Üstadın hayatında sporun yeri nedir?
Üstadın çocukluğundan beri yürüme başta olmak üzere birçok sporu yaptığını biliyoruz. Risale-i Nur ve hatıralarda yer alan bir kısım bilgiler ışığında mevzuyu idrak etmeye çalışalım:
Sabah namazından sonra tefekkür yürüyüşlerine sık sık çıkan Üstadın en önemli menzillerinden biri Barla’dan yürüyerek yaklaşık dört saatlik tırmanma ile çıkılabilen Çam Dağı idi. Belki de bu yüzden ilerleyen yaşlarında bile çocukken edindiği spor alışkanlığı dinç olmasına vesileydi.
Mustafa Ramazanoğlu anlatıyor: “Üstad otelin kapısından çıktı. Ben hemen dışarıya kendimi attım. Üstadı yolda giderken görmek istiyordum. Çünkü her ziyaretimde yatağında oturuyor bir vaziyette gördüğüm için, Üstadı zor yürüyecek bir durumda tahayyül ederdim. Otelden çıktığım zaman Üstadın, otelin bulunduğu kaldırımdan karşı kaldırıma 20 yaşındaki bir delikanlının çevikliğinde geçtiğini gördüm. Akasya ağacının engin dallarındaki yaprakları eliyle okşayarak çevik adımlarla Fatih Camiine doğru ilerledi. Üstadın bu dinç durumu beni çok mesrur etmişti.”
Dinç olduğu kadar çevik bir yapıya sahip olduğunu dikkat çekici çay bardağı hatırasından anlıyoruz. Bahri Çağlar anlatıyor: “Üstad Hazretleri medresenin yanında bulunan çınar ağacının üzerindeki köşke çay bardağı elinde hiçbir tarafa tutunmadan çıkarmış.”
Müdür Bey!
Cemal Can anlatıyor: “… ‘Müdür Bey! Müdür Bey!’ diye çağırıyordu. Baktım Hoca Efendi göle girmiş, sadece başı görünüyordu. Beni yanına çağırdı. Gittim ağaçtaki köşküne çıkmamı söyledi, az sonra kendisi de çıkarak köşkte çay demledi ve bana çay ikram etti…” hatırası ise Üstadın yüzmeyi bildiğini ve bu önemli sünneti de yaptığını izhar eder.
Yenilmeyen pehlivan!
“Molla Said, ilimdeki emsalsiz harika istidadı derecesinde, vücutça da gayet idmanlı ve kuvvetli idi. Güreş tutmaktan pek hoşlanırdı. Medreselerde bulunan umum talebelerle güreşirdi. Hiçbirisi güreşte bile onu mağlûp edemezdi. Mustafa Paşa ile bir gün at yarışına çıkarlar.”12 (İdman kelimesi eskiden spor yerine kullanılırdı.) Mezkûr pasajdan Üstadın güreşte kabiliyetli olmasının yanı sıra ata binmek ve yarışma noktasında gayet mahir olduğunu anlıyoruz.
At ve silah muallimi!
“Karşımıza ne vakit çoklukla düşman askerleri gelirse, o vakit silahlarımızı kullanacağız, kendimizi ucuza satmayacağız, bir-iki düşmana kurşun atmayacağız…”13 Efendimiz zamanındaki düşmana ok atma, ahir zamanda yerini ateşli silahlara bırakmıştır. Talebelerine Birinci Dünya Savaşı öncesinde at üstünde silah eğitimi vererek kumandanlık eden Üstadın ata binme ve ok (silah) kullanmada eğitim verecek kadar ihtisas sahibi olduğunu net bir şekilde anlıyoruz.
Netice itibariyle Efendimiz (asm) zamanından beri spor; eğlence, sağlık, savunma, kuvvetli olma gibi gerekçelerle yapılagelmiştir. Helâl dairesi içinde kalmak ve bu dünyaya gönderiliş maksadımızla tezat oluşturmamak şartıyla spor yapılmasında büyük fayda ve hikmetler olduğu söylenebilir. Ancak, futbol örneğinde yaşandığı gibi aklı, kalbi, ruhu, fikri fazlasıyla meşgul ederek asıl vazifelerimizi sekteye uğratma tehlikesi karşısında dikkatli olunmalıdır vesselâm…
Dipnotlar:
- Münazarat, s.136.
- Kasas Sûresi, 26.
- Müslim, Kader, 34.
- İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, İstanbul, trs., VII/150.
- Müslim, Birr, 106.
- Tayalisî, Sünen, No:2096.
- Enfâl Sûresi,60.
- Ebu Davud, Cihad 67.
- Buharî, Cihad 59.
- Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V/136.
- Ebu Davud, Cihad 68.
- Tarihçe-i Hayat, s.37.
- Tarihçe-i Hayat, s.100.
İlk yorumu siz yazın