İslam ve spor: SAĞLIKLI NESİLLER İÇİN BİR REHBER

“Spor” kelimesi, Latince kökenli Orta İngilizce “disport” (eğlence, hoş vakit) sözcüğünden türemiş ve Türkçeye Batı dillerinden aktarılarak kurallı fiziksel aktiviteleri tanımlayan bir kavrama dönüşmüştür. Bedensel ve zihinsel gelişimi hedefleyen bu faaliyetler bireysel veya takım halinde icra edilir. Bu terimin Arapçadaki karşılığı “riyâze” (riyâzet) ise kökeninde hem hayvan eğitimi hem de nefsin terbiyesi gibi anlamlar taşır. Bu terim yalnızca fiziksel hareketi değil, ahlâkî disiplin, ihtiraslarla mücadele ve sağlıklı yaşam pratiklerini de kapsayarak “spor”dan daha geniş bir anlam alanına sahiptir.

İslam dini de sporu, beden ve ruh uyumunu temel alan bir disiplin olarak ele alır. Mü’minlerin hayatında toplumsal dayanışmayı güçlendiren bir araç olarak görülse de adalet, nefis kontrolü ve manevî sorumluluk gibi ilkelerle sınırlandırılmıştır. Böylece spor fiziksel becerinin ötesinde, ahlâkî olgunlaşma ve içsel dengeye ulaşmanın bir yolu olarak değer kazanır.

İslam’ın ilk dönemlerinde spor, bireysel becerilerin geliştirilmesi ve toplumun savunma kapasitesinin artırılması amacıyla teşvik edilmiştir. Hz. Muhammed (asm), atıcılık, binicilik, güreş ve yüzme gibi etkinlikleri hem Sahabeleriyle birlikte uygulamış hem de Müslümanlara tavsiye etmiştir. Örneğin bir hadisinde “Çocuklarınıza yüzmeyi ve ok atmayı öğretin” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VI, 393) buyurarak bu gibi yetilerin erken yaşlardan itibaren hayatın bir parçası haline getirilmesini vurgulamıştır.

Modern Çağda İslamî Prensipler Işığında Spor

Modern spor dünyası, ticarî kaygıların ön planda olduğu bir sistemle şekillenmekte ve bu durum İslam’ın helâl-haram sınırları ve ahlâkî ölçütleriyle zaman zaman uyumsuzluklar doğurmaktadır. Böyle bir ortamda Müslümanların spor faaliyetlerini İslamî değerlerle uyumlu hâle getirebilmeleri için dikkat etmeleri gereken temel prensipleri şöyle sıralamak mümkündür:

  1. İbadet ve Spor Dengesi:

İslam, beden ve ruh sağlığının korunmasını teşvik ederken ibadetlerin önceliğini de gözetir. Bu sebeple spor aktiviteleri, namaz vakitleri gibi farz ibadetlerin aksamasına yol açmayacak şekilde planlanmalıdır. Antrenman veya müsabaka programları, ibadet saatleri dikkate alınarak oluşturulmalı; fiziksel gelişim, manevî sorumlulukların önüne geçmemelidir.

  1. Sağlık ve Güvenlik Önceliği:

Sporun temel amacı beden ve ruh sağlığını korumaktır. Şiddet içeren veya kalıcı sakatlık riski taşıyan aktivitelerden kaçınılmalıdır. Yüzme, koşu veya doğa yürüyüşleri gibi daha güvenli sporlar tercih edilmelidir.

  1. Kumar ve Bahisten Uzak Durma:

Modern sporun en büyük sorunlarından biri, sporun kumar ile ilişkilendirilmesidir. Bu durum bireysel ve toplumsal ahlâkı zedelemenin yanı sıra İslamî ilkelerle de çelişir. Kur’ân’ın, kumarın şeytan işi bir pislik olduğuna dair uyarısı (el-Mâide, 90.) bu tür faaliyetlerden kesinlikle kaçınılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla sporun özünde yer alan rekabet ve adalet ruhu, kumarın meydana getirdiği haksız kazanç ve istismarla kirletilmemeli, ödül ile bahis arasındaki çizgi net bir şekilde korunmalıdır.

Hz. Peygamber (asm), at, deve, ok atma ve cirit atma gibi yarışmalara katılanlara ödüller vermiş (Buhârî, Cihad: 56), bu uygulamayla hem teşviki hem de meşruiyet çerçevesini belirlemiştir. Ancak bu ödüllendirme, yarışmanın kumara alet edilmesiyle karıştırılmamalıdır. Spor izleyicilerinin para yatırarak kazanacak kişi veya takıma dair iddiaya girmesi, bahse tutuşması veya kazanan tarafın yatırılandan fazla para alması kumar kapsamında değerlendirilir ve haramdır.

  1. Tesettür ve Mahremiyet:

İslam’a göre spor kıyafetleri, Kur’ân-ı Kerim’in “başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler.” (en-Nur: 31.) ve “evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar” (el-Ahzab: 59.) emri ışığında hem kadınların hem de erkeklerin avret mahallerini tamamen örtecek şekilde tasarlanmalıdır. Kadınlar için avret el, yüz ve ayaklar dışındaki tüm bedeni kapsarken, erkeklerin avreti ise göbek ile diz kapağı arası olarak belirlenmiştir. Bu nedenle dar, şeffaf veya vücut hatlarını belli eden giysiler yerine hareket kabiliyetini kısıtlamayan, bol ve opak kumaşlar her iki cinsiyet için de tercih edilmelidir. Yine mahremiyete uygun olarak kadın ve erkeklerin spor yaparken aynı ortamda bulunmamaları da önemli bir nokta teşkil etmektedir.

  1. Adil Rekabet ve Ahlakî Sorumluluk:

Rekabet, kin veya düşmanlığa dönüşmemeli ve spor, saygı ve adalet temelinde sürdürülmelidir. Taraftarların maçlarda hakaret etmesi veya taraflı tutumlarla hileye başvurması, sporun fair play ruhunu zedeler. Zira gerçek sportmenlik hem sahada hem de seyirci tribünlerinde dürüstlüğü, nezaketi ve başkalarının haklarına riayeti gerektirir.

Netice olarak spor, fıtrata uygun bir disiplinle ve güzel bir niyetle icra edildiğinde yalnızca kasları ve kemikleri değil, toplumun manevî dokusunu da besleyen bir ibadete dönüşür. Takım sporları, omuz omuza mücadele ederken biz bilincini yeşertir; bireysel performans gerektiren aktivitelerse nefsin sınırlarını zorlayarak sabrı öğütleyen bir mektep işlevi görür. Öte yandan boş vakitlerin sahalara veya parkurlara taşınması, gençliği bataklığa dönüşebilen zararlı alışkanlıklardan koruyan bir kalkandır. Hz. Peygamber’in (asm) “Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden Allah katında daha sevimli ve daha hayırlıdır” (Müslim, Kader, 34) hadisi, bedenin ve zihnin diri tutulmasını bir emanet bilinciyle birleştirir. Ancak bu kuvvet, gurur veya tahakküm için değil, yaratılış gayesine hürmet içindir. İslam, sporu reddetmez; aksine onu insanı hem dünyada ayakta tutan hem de ahirete hazırlayan bir terbiye aracı kılar. Gençlerin bu dengeyi kuşanması, sadece sağlıklı bireyler değil, erdemli bir toplum inşası demektir.

Spor, emaneti taşımanın dinamik bir tezahürüdür. Allah’ın insana lütfettiği beden, sıradan bir et ve kemik yığını olmayıp özenle taşınması emredilen kutsal bir emanettir. Her nefes alış, her adım atış bu emanetin hakkını verme sorumluluğunu hatırlatır. Spor yapmak da bu bilinçle bedeni zorlamak veya süslemek için değil, onu Yaratıcının rızasına uygun biçimde ihya etmek için bir fırsattır. Zira kıyamet gününde “Bu emaneti nasıl taşıdın?” şeklinde bir hesabımız olacaktır. Emaneti sahibine lâyıkıyla teslim etmek isteyen her birey bu ölçüler ekseninde hayatına bir nizam getirmelidir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*