
Bizim minik kızı uyutmak için geçtiğim odanın kitaplığına “Acaba uyuturken bir taraftan ne okuyabilirim?” diye göz gezdirirken M. Âsım Köksal’ın “Hz. Muhammed (asm) ve İslamiyet” adlı kitabı ilişti nazarıma. Yıllar önce babamın yatmadan önce düzenli olarak okuduğu, okurken zaman zaman hayretini ifade ettiği bu kitabı daha önce pek de incelememiştim. Okumaya en baştan, içindekiler kısmında merakımı cezbeden başlıkların yerlerini açarak başladım. Bilhassa Kâbe’nin Cahiliye Devri’nde yıkılıp yeniden inşa edilmesi hadisesini anlatan başlıklardan; “Kâbe’nin üzerinde güneşlenen korkunç yılan ve âkıbeti, Kâbe yıkılırken bulunan taşlar ve üzerindeki yazılar, Kâbe’nin kuyusunda bulunan madeni levhalardaki yazılar” gibi başlıklar çok ilgimi çekmişti.
Kâbe, Cahiliye Devri’nde yeniden inşa edilmeden önce çamursuz olarak, üst üste dizilen taşlardan oluşuyormuş. Geçirdiği bir yangın sonrası ve büyük bir selin içerisine girerek duvarları büsbütün çatlatmasıyla neredeyse yıkılacak hale gelen Kâbe’yi yeniden inşa etmek isteyen Kureyşiler; Kâbe’yi yapmak üzere yıkarlarken, üzerleri Süryanice yazılı bazı taşlar bulmuşlar. Yemen’den gelen bir Yahudi âlimine okuttukları bu taşlarda sizce neler yazıyordur? Beytullah’ın temelleri, taşları arasında yer almaya lâyık o sözler nelerdir? İşte;
“Ben, Bekke1 (Mekke)’nin Sahibi olan Allah’ım! Onu, göklerle yeri yarattığım, Güneş’e ve Ay’a şekil verdiğim gün yarattım! Onu, masum yedi melek ile de, kuşattım. Mekke’nin iki dağı ortadan kalkmadıkça, o da ortadan kalkmayacaktır! Bekke (Mekke) ahalisine, su ve süt bereketli kılınmıştır.”2
Yine bu yıkım aşamasında Makam-ı İbrahim’de, üç yüzü olan ve her yüzünde yazı bulunan bir taş bulunur:
“Taşın ikinci yüzündeki yazıda: ‘Ben, Bekke (Mekke)’nin Sahibi olan Allah’ım! Rahm’i yarattım. O, Benim ismimden ayrılmıştır. Kim onu birleştirirse, ben de onu birleştiririm! Kim onu koparırsa, ben de onu koparırım!’
[Düşünsenize; yazılabilecek, söylenebilecek onca şey varken sıla-i rahmin ehemmiyetine vurgu yapılmış. Kim sıla-i rahimi keser, onu koparırsa Cenab-ı Hakk da onu koparacakmış… Üstad’ın saydığı yedi büyük günah3 içerisinde de kat’-ı sıla-i rahim vardı hatırlarsanız.]
Taşın, üçüncü yüzündeki yazıda da: ‘Ben Bekke (Mekke)’nin Sahibi olan Allah’ım! Hayrı ve şerri yarattım. İki eli hayırda olana ne mutlu! Vay iki eli şerde olan kimseye!’ deniliyordu.”4
Bu kitaptaki başlıkları inceledikten sonra İslam Ansiklopedisi Kâbe maddesini de okudum. Kâbe altın oluğunun hemen önündeki hilal şeklindeki yapının (Hicr-i İsmail/Hatîm), altından yapılma altıgen camekânlı yapının (Makam-ı İbrahim) ne olduğunu; Kâbe’nin şâzervân, mültezem, müstecâr ve mi’cen gibi kısımları olduğunu böylece öğrendim. Yani çok garip, daha önce duyduğum halde niçin Hicr-i İsmail’in, Makam-ı İbrahim’in ne olduğunu hiç öğrenmemişim? Halbuki günde beş defa yöneldiğim kıble o, bilmem gerekmez miydi? Bazı şeyleri geç öğrendiğime kızıyorum…
Esasında dikdörtgen bir yapı olan Kâbe, Cahiliye Devri’ndeki yeniden inşası sırasında toplanan paranın yetersiz gelmesi üzerine küçültülmüş imiş. İşte aslında Kâbe’nin bir parçası olduğu halde, Kâbe’nin dışında kalan bu alanı belirtmek için Mekkeliler yarım daire şeklindeki bir yeri göğüs hizasına gelen bir duvarla (hatîm) çevirip Kâbe’den olduğu anlaşılsın diye taşla döşemişler.5 Yani Kâbe’den, yarım daire şeklindeki duvara kadar bölgenin adı hicr; hicrin sınırını gösteren duvarın adı hatîm diyebiliriz.
Makām-ı İbrâhim ise Hz. İbrâhim’in Kâbe’nin inşası sırasında üzerine çıktığı ve insanları hacca davet ettiği taşın adı. Üzerinde Hz. İbrahim’e ait olduğu kabul edilen iki ayak izi de varmış.
Şâzervân kelimesi her ne kadar şadırvanın farklı dildeki bir telaffuzuymuş gibi gelse de alakası yok 🙂 Kâbe ile zemin arasında yer alan 45° meyilli, üzeri mermerle kaplı kısmın adıymış bu. Üzerinde de Kâbe örtüsünü tutturmak için bakır halkalar yer alıyor.
Mültezem6 ise Hacerülesved ile Kâbe kapısı arasında, yaklaşık iki metrelik, dua etmenin makbul olduğu o küçük yerin adıymış. Bunun tam paralelinde, Abdullah b. Zübeyr’in açtırdığı daha sonra kapatılan Kâbe’nin ikinci kapısı ve Rüknülyemânî arasında kalan yere de müstecâr7 deniliyormuş.
Son olarak mi’cen; eskiden Kâbe kapısı ile Rüknülırâkī arasında bulunan çukurun adıymış. “Mi‘cen’in ehemmiyetiyle ilgili çok sayıdaki rivayetin en önemlisi, beş vakit namaz farz kılındığında Cebrâil’in Hz. Peygamber’e namazı burada kıldırmış olduğunu bildiren nakildir” diyor İslam Ansiklopedisi.
Sizi bilmem, ben Kâbe ile tanıştığıma memnun oldum…
Dipnotlar:
- Araplar’ın telaffuz yakınlığı sebebiyle mim harfini “be”ye dönüştürerek kullandıkları, Mekke’nin diğer ismi. (İslam Ansiklopedisi, Mekke maddesinden iktibas)
- Muhammed (asm) ve İslamiyet cilt 1-2, sf 115
- Barla Lahikası, 259. Mektup
- Muhammed (asm) ve İslamiyet cilt 1-2, sf 116
- İslam Ansiklopedisi, Hicr
- “Sıkı sıkıya yapışılan yer” manasında.
- “Günahların bağışlanması için sığınılan yer” manasında. Ecirnâ dualarındaki gibi hani…
İlk yorumu siz yazın