Bu neyin Davası?: Varoluşçuluk desisesi

Franz Kafka’nın Dava isimli romanı, edebiyat tarihindeki en etkileyici ve rahatsız edici eserlerden biridir denilebilir. Birçok kez sinemaya ve çizgi romana da uyarlanan bu kitap, bürokrasi & otorite eliyle bireye yöneltilen adaletsizlik ve suçluluk duygusu konusunu ele alırken, romandaki kahramanı farkında olmadan bir dalâletin içine düşürür.

Albert Camus’un absürd felsefesiyle ve İslamî anlamda da şeytanın “anlamsızlık ve baş kaldırma” tuzaklarıyla da ilişkilendirilebilir. Yazılış amacı ve neye hizmet ettiğinden bağımsız olarak her eser farklı bir okuma yapılarak tekrar değerlendirilebilir. Bizim bakışımıza göre Dava, zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşen insanın nasıl bir hale düştüğünün manevî olarak temsilidir.

Roman, her Kafka romanında olduğu gibi meşhur bir cümleyle başlar: “Josef K. bir sabah tutuklandığını öğrendi; ama hiçbir suç işlemediğini biliyordu.”

Burada şeytanın ilk desisesi devreye girer: “Sen zaten suçlusun, bunu sen bile bilmiyorsun.”

Bu düşünce İslamî bağlamda nefs-i levvâme ile şeytanî vesvese arasında bir çizgidir. Kendi iç sesinle mi hesaplaşıyorsun, yoksa seni sürekli itham eden bir vesvese mi seni esir alıyor?

İşte o imansız insan, mahlukatın feryadını, zelzelelerin dehşetini, hastalıkların tehdidini, ölümün sessiz adımlarını kulaklarında uğultulu bir korku gibi duyar. Rahmet nazarıyla bakamadığı için, her hadisede gazap, her değişimde yıkım, her musibette tesadüf görür.

Ona göre dünya; sarhoş bir gemi gibi, kaptansız ve rotasız, engin denizlerde dalgalarla boğuşan, her an batma tehdidi altında olan bir sefinedir. Bu manasız gidişat içinde ne geçmişin hikmeti vardır ne geleceğin ümidi. Her şey bir vehim, bir rastlantı, bir anlamsızlık içinde kaybolur. Kafka’nın “mahkemesi” batılın tasviri, tıpkı şeytanın sistemi gibidir: Yeraltındadır. (Görünmez, gizlidir), Yüzü yoktur. (Kim kimdir bilinmez), kuralları bilinmez. (Hiçbir şey açıklanmaz), ama her yerdedir. (Dünyevî cereyanlar ve imansız bir insanın karşılaştığı tuzaklar gibi) Bu yapı, İslamî anlatımda bâtıl sistemin, dünya hayatının aldatıcılığıyla birleşerek bir kulun yolunu şaşırtması gibidir. Josef K., bir bankada çalışan sıradan bir adamdır. Bir gün iki görevli yaşadığı yere gelir ve onu tutukladıklarını söylerler; ancak neyle suçlandığını da açıklamazlar. Josef K.’nın tutuklama olmasına rağmen evinden çıkmasına izin verilmesi, hayatına bu belirsizlik ve görünmeyen mahkeme ile devam etmesi bir şeylerin misali olarak anlatıldığına dair bir işarettir adeta.

Josef K., duruşma için çağrılır ama mahkemenin yeri, zamanı ve işleyişi saçma bir şekilde belirsizdir. Gittiği ilk duruşma, kaotik, karanlık ve ciddiyetsizdir. Orada yargıçlar yerine normal vatandaşlar vardır, herkes fısıldaşır ve Josef K.’nın kendisini savunması anlamını yitirir. Anlamaya çalıştıkça daha da kaybolur. Kafka burada bürokrasiyi, adalet sisteminin kişiliksiz ve acımasız yüzünü eleştirirken metaforik olarak bu “mahkeme”, yaratıcıdan kopmuş modern insanın ruhani boşluğunu temsil eder.

Avukatı yardımcı olamaz, işleri karmaşıklaştırır. Adalete değil, sisteme uyum sağlamayı önerir. Bu bölüm, Camus’un “Kapı yoktur” felsefesine benzer. Hakikatin kapısı, ancak içsel teslimiyetle açılabilirken, roman karakteri hep dışsal arayışla vakit kaybeder. Bu anlamda sanki bir berzah, araf veya mahşerî telaşenin bu dünyadaki tezahürü gibidir. Josef K. zamanla hem işinde hem sosyal ilişkilerinde dağılır. Davası ilerlemez, yardım istediği herkes kendi acizliğini yansıtır. Herkes bir şey bildiğini söyler ama hiç kimse net değildir. Bu, şeytanın “belirsizlikle insanı yorma” desisesine çok benzer. Kişi neyle suçlandığını bilmeden vicdan azabı çeker; ama tövbe edemez çünkü günahı tanımamıştır. Josef K., doğum gününün arifesinde iki adam tarafından götürülmüştür ve hiçbir açıklama yapılmadan sessizce bir taş ocağında bıçaklanarak öldürülmüştür. Ölmeden önce içinden şunu geçirir: “Köpek gibi öldürüldü ve bu ölümün utancı onun üzerinde kaldı.” Bu ölüm şekli aslında; şeytanın insanı pasif bir boşlukla çökertmesi ve mağlup etmesinin bir temsilidir. Josef K., sonunda davayı sorgulamaktan vazgeçmiş, kendini şeytanî sisteme teslim etmiştir.

İman nurundan mahrum bir insan, bu koca kâinatı sahipsiz, başıboş, gayesiz ve gelişigüzel bir gidişat içinde tasavvur eder. Bu tahayyül ise, onu dehşetli bir yalnızlığa, korkunç bir belirsizliğe ve bitmeyen bir hüzne mahkûm eder.

Eser, şeytanın desiseleri bağlamında incelendiğinde, yalnızca bireyin toplumla değil, aynı zamanda kendi vicdanı, nefsi ve bâtıl sistemle olan görünmeyen savaşı olarak okunabilir. Kafka burada içinde bulunduğu buhranı bir tür modern kıyamet alegorisi ile okuyucuya sunmaktadır: Bilinmeyen suç, belirsiz ve görünmeyen bir yargı ve kaçınılmaz hüküm. Bunlar, yazarın şeytanın vesveseleri ile aldatma ve umutsuzluk üzerine kurduğu tuzakları çağrıştırır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*