Birbirimize ihtiyacımız var
80 yıllık araştırma, uzun ve sağlıklı hayatın ‘sosyal ilişkiler’ olduğunu ortaya koymuş. İlgili haber şöyle:
Yetişkin hayatı üzerine yapılan en uzun bilimsel araştırma (80 yıllık) olan ‘Harvard Yetişkin Gelişimi’ adlı çalışmanın yöneticisi psikiyatrist ve araştırmacı Dr. Robert Waldinger, belirleyici faktörün ‘diğer insanlara ne kadar bağlı olduğumuz’ ve ‘bu bağlantının sıcaklığı’ olduğunu söyledi.

Waldinger, bulgular karşısında şaşkına döndüklerini söyledi: “…‘İlişkilerimiz bedenlerimize nasıl girebilir ve fizyolojimizi nasıl değiştirebilir?’ diye düşündük. En iyi hipotez, bunun stresle ilgili olduğu. Aslında ilişkiler iyi olduklarında stres gidericidir. Diğer insanlarla bağlantısı olmayan insanlar, iyi ilişkileri olan insanların sahip olduğu stres düzenleme mekanizmalarına sahip değiller.”
Yani dertleşebileceğiniz birinin olması uzun ve sağlıklı yaşamada büyük bir rol oynuyor. Ancak işin sırrı ilişkilere sahip olmak değil tıpkı ‘bir çiçeğe bakar gibi’ bu ilişkilere emek vermek.
Araştırma sonuçlarına ilişkin Waldinger de bundan bahsetti: “İlişkilerde en iyi olan kişiler, insanlarla temas halinde kalmaya aktif olarak katılan, ilişkilerini gerçekten besleyen kişilerdi. Çoğumuz ilişkilerimizi hafife alıyoruz.”
Araştırmacı şunu da ekledi: “İletişimi sürdürme ve ilişkileri geliştirme konusunda bilinçli olan insanlar bir süper güce sahip.”
Son dönemde daha fazla uzman, ‘sosyal bağlantılar’ın sağlıklı bir hayat için en önemli gereklilik olduğunu söylüyor. Yakın zamandaki bir başka araştırma da ‘sosyalleşme’yi, bunama, felç ve depresyon riskini azaltan altı kontrol edilebilir faktörden biri olarak tanımladı.
Peki, bu araştırmayı yorumlarken “Sağlıklı hayatın özünde ‘ders ve sohbetlere iştirak’ var” demek yanlış olur mu?
Uzayı değil, denizleri de tanımıyoruz
Yeni bir araştırmaya göre, dünya okyanus tabanının yalnızca binde biri görüntülendi. Derin denizler hâlâ gezegenin en az keşfedilen ve en az anlaşılan bölgesi olmaya devam ediyor.
Ocean Discovery League, Scripps Oşinografi Enstitüsü ve Boston Üniversitesi’nden bilim insanlarının ortak çalışmasına göre, yerkürenin yüzeyinin yaklaşık yüzde 66’sını kaplayan derin okyanus tabanı, bugüne kadar yalnızca yüzde 0.001 oranında görüntülenmiş durumda. Üstelik bu kayıtların yaklaşık üçte biri 1980 öncesine, düşük çözünürlüklü ve siyah-beyaz görüntülere ait.

Araştırma, 1960’larda dalışların yüzde 60’ının 2.000 metreden daha derin bölgelere yapıldığını, ancak 2010’lara gelindiğinde bu oranın yüzde 25’e gerilediğini ortaya koydu. ABD, Japonya, Yeni Zelanda, Fransa ve Almanya son 70 yılda gerçekleştirilen tüm derin deniz keşiflerinin yüzde 97’sine imza attı. Bugün yapılan her 10 derin deniz dalışından 7’si sadece üç zengin ülkede gerçekleştiriliyor: ABD, Japonya ve Yeni Zelanda.
Ocean Discovery League Başkanı Katherine Bell, “Derin deniz ekosistemlerini yeterince anlamadan bu bölgelere yönelik madencilik ve kaynak kullanımı gibi kararlar almak büyük risk taşıyor” dedi. Bell’e göre, derin denizlerin korunması için bilimsel anlayışın ve keşiflerin ciddi biçimde artırılması gerekiyor.
E hani teknik çok ilerlemiş ve insanoğlu ‘her şeyi’ öğrenmişti?
Ağaçlar konuşur mu?
Araştırmacılar İtalya’nın Dolomit ormanlarındaki ladin ağaçları arasındaki etkileşimi inceledi. Ağaçlar güneş tutulması sırasında birbirleriyle iletişim kuruyor. Araştırmacılar, İtalya ormanlarındaki tepkiyi takip ettiklerini söylüyor. Ağaçlar birbirleriyle konuşuyor. Ancak bu her zaman olmuyor.

Bilim insanlarına göre, güneş tutulması yaşandığında yaşlı ağaçlar anlaşıldığı üzere ekolojik bilgilerini gençlere aktarabiliyor. Bulgular, yetkililerin iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı karşısında hayatta kalmamız açısından kritik önem taşıdığını söylediği ağaçlar hakkında araştırmacıların anlayışına katkı sağlıyor. Ayrıca bitkilerin kendi ekosistemlerine katılım gösterdiğine dair kanıtlara da yenisini ekliyor.
Avustralya’nın Southern Cross Üniversitesi’nden öğretim üyesi Monica Gagliano yaptığı açıklamada “Esasen meşhur ‘wood wide web’i (ağaçların ağı; internette bilgiye erişmeyi sağlayan sistem olan ‘world wibe web’e gönderme yapılmış) iş başında izliyoruz!” diyor.
Gagliano, hakemli dergi Royal Society Open Science’ta geçen ay yayımlanan çalışmanın başyazarlarından biri.
Makelenin yazarları iki saat süren kısmî güneş tutulması sırasında, olayın ladin ağaçları üzerinde nasıl bir etki yapacağını anlamak umuduyla İtalya’nın göz alıcı Dolomit Dağları’na gitti. Üç sağlıklı ağaca uzaktan sensörler yerleştirdiler. Bunlardan ikisi yaklaşık 70 yaşında, diğeriyse sadece 20 yaşındaydı. Sensörleri ayrıca yıllar önce bir fırtınanın vurduğu 5 ağaç kütüğüne de bağladılar.
Sensörleri kullanarak ağaçların ürettiği elektrik akımlarını kaydettiler ve şoke edici sonuçlara ulaştılar.
Yüklü moleküller tüm canlı organizmaların hücreleri boyunca hareket ederek sinyalleri iletir. Bu faaliyet, organizmaların iletişim kurmasını sağlayan elektrik akımlarını harekete geçirir.
Bu sinyalleri takip eden araştırmacılar, ladinlerin hem tutulmaya tepki verdiğini hem de bunu öngördüğünü, biyoelektrik sinyallerini saatler öncesinden senkronize ettiğini buldu. Değişiklikler suyun ve moleküllerin içinde görüldü.
İlim ilerledikçe ne kadar ‘cahil’ olduğumuz biraz daha ortaya çıkmış olmuyor mu?
Dünyayı kim yaşaNmaz hale getirdi?
Dünyadaki en zengin yüzde 10’luk kesim, yerkürenin yaşanmaz hale gelmesinden büyük ölçüde sorumlu. 1990’dan bu yana küresel ısınmanın üçte ikisine dünyanın en zengin yüzde 10’u neden olduğu ileri sürüldü. Araştırmacılarca, zenginlerin tüketim ve yatırım alışkanlıklarının kuraklık riskini önemli ölçüde artırdığı belirtiliyor.

Nature Climate Change dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, en zengin yüzde 1’lik kesim, ortalama bir bireye kıyasla yüzyılda bir yaşanan sıcak hava dalgalarına 26 kat, Amazon’daki kuraklıklara ise 17 kat daha fazla katkı sağladı. Çin ve ABD’deki en zengin yüzde 10’un neden olduğu emisyonlar, sıcaklık aşırılıklarını 2 ila 3 kat artırdı. Araştırma, zengin kişilerin fosil yakıt yatırımlarının da iklim krizinde önemli payı olduğunu ortaya koydu.
Uzmanlar, varlık sahiplerinin karbon yoğun yatırımlar üzerinden vergilendirilmesinin hem daha adil hem de daha etkili bir çözüm olabileceğini savunuyor.
Daha önce yapılan çalışmalar, genel karbon vergilerine kıyasla servete dayalı vergilerin düşük gelirli gruplar üzerindeki baskıyı azaltabileceğini ortaya koymuştu.
“En zenginler”in dünyamızı yaşanmaz hale getirmiş olması ciddi bir çelişki değil mi?

İlk yorumu siz yazın