Yediğinsin!

“Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz nimetlerden yiyin. Şeytanın adımları ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.”1 Bu ayet-i kerîmeden anlaşılacağı üzere Allah insanlardan rızkın helal ve tayyib olanlarını yemelerini ve devamında ise şeytanın adımlarına uymamalarını istiyor. Demek ki şeytanın adımlarına uymamak için önce yediklerimizin helal ve tayyib olması gerekiyor.

Tayyib, kelime manası olarak, temiz ve yararlı olduğu için insan tabiatına hoş gelen, aklın ve dinin benimsediği şeyler hakkında kullanılan bir Kur’an tabiri olarak açıklanmıştır.2 Helal, nimetlerdeki bir nevi manevî cihete bakarken, tayyib maddî kısmıyla daha çok ilişkilidir. Allah’ın bir yiyeceği yasaklaması, onun haram olduğunu gösterir ancak helal olan her şeyin tayyib olduğu söylenemez. Bir hadis-i şerifte, “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur.”3 buyurulmuştur. Dolayısıyla bazı yiyecekler şüpheli kategorisinde değerlendirilebilir ve her ne kadar haram olmasa da tayyib olmaması nedeniyle uzak durulması gerekir.

Yediklerimiz ile düşüncelerimiz ve sonrasında davranışlarımızın şekillenmesi çok muhtemeldir. Haram ve pis yiyecekler, bilhassa içinde türlü katkı maddelerinin mevcut bulunduğu hazır/işlenmiş gıdalar, kanserojen, nörotoksik ve allerjen olup maddeten hasar verebildiği gibi maneviyata da zarar verip mezkûr ayette de belirtildiği üzere şeytanın adımlarına uymaya sebep olmaktadır.

Yediklerimizin, benzediği organımıza göre yine o organa olan faydasını işitmişizdir. Cevizin beyne; dairesel havuç dilimlerinin benzediği göze, zencefilin mideye, üzümün akciğerlere gibi… Aynen öyle de, bir çalışmada çok sık et ürünü tüketenlerin daha sert, daha katı mizaçlı oldukları tespit edilmiştir. Bununla birlikte etin türünün bile insanın kişiliğini etkilediği görülmüştür. Koyun ve keçi eti tüketenlerin daha uysal, domuz ise önüne gelen her şeyi yiyen bir hayvan olduğu için domuz eti tüketenlerin şiddet göstermeye eğilimli olduğu gözlemlenmiştir.4 İşte yenilenler maddeten vücudumuzu ve manen de karakterimizi şekillendirmektedir. Fransız düşünür Savorin’in “Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü bu açıdan dikkat çekicidir.

Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Hiç şüphe yok ki Allah Tayyib’dir (kusursuz / tertemizdir), tayyibden / temiz olandan başkasını kabul etmez… Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semâya uzatarak: Yâ Rabbî, yâ Rabbî! diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?”5 Evet, haramlarla beslenmiş bir vücut makbul değildir ve merdut olmaya mahkûmdur.

Depresyon, âhirzamanın önemli bir hastalığıdır. Depresyon sürecine giden insanlar, bu süreçte yediklerinin de oldukça tesirinde kalmaktadırlar. Acıbadem Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre zeytinyağı, balık, meyve, sebze, fındık, baklagiller, kümes hayvanlarının eti, süt ve işlenmemiş et gibi birçok sağlıklı gıdanın depresyon riski ile ters ilişkili olduğu bulunmuş ve hatta bu gıdaların depresif semptomların tedavisinde kullanılabilecekleri ileri sürülmüştür. Buna karşılık şekerli içecekler, rafine gıdalar, kızarmış yiyecekler, işlenmiş et, rafine tahıllar ve yağ oranı yüksek süt ürünleri, bisküvi, meze ve hamur işi tüketimini kapsayan sağlıksız batı tipi beslenme alışkanlıklarının artmış depresyon riski ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.6

Karbonhidratça zengin, şekerli yiyeceklerin vücudumuzda serotonin ve dopamin hormonunu artırıp bizi mutlu ettiğini yine araştırmalar bize söylüyor. Ancak bu kısa süreli mutluluk az zaman sonra yerini hüzne, özellikle aşırıya kaçıldığında pişmanlığa bıraktığı anlaşılmıştır. Tüketilen şekerli yiyecekler sonrasında yine aynı mutluluğu yaşamak için daha fazla şekere ihtiyacımız olur ve bu kısır döngü devam eder. Kan şekerinin hızlı yükselmesi vücutta insülin hormonu artışına, bu ise şekerin yağa dönüşerek depolanıp obezite ve birçok metabolik problemlerin ve devamında anoreksiya nervoza, bulimia, duygusal açlık gibi psikolojik rahatsızlıkların kapısını aralamaya sebeptir.

Yetişkinlerde olduğu gibi bebeklere de bilhassa ilk üç yıl rafine şeker, şekerli gıdalar veya işlenmiş tatlılar verilmemesi önerilir. Çünkü bu üç yıl verilen gıdalar çocuğun sonraki 50-60 yılda ağız tadını, yiyeceklerini, tercihlerini ve hatta karakter özelliklerini belirlediği gözlemlenmiştir.7 Dengesiz ve katkı maddeleriyle beslenen bebeklerde ileriki yıllarda otizm, OKB, hiperaktivite, IQ gerilikleri gibi çeşitli problemler baş göstermektedir.

İbn Haldun’a göre de yediğimiz gıdaların fazlaca ve karışık olması dalgın ve dikkatsiz kişilik özelliklerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Aşırı besin tüketimi bedensel zararlarının yanında zihne de zarar vererek düşünme ve anlama yeteneğini kısıtlamaktadır.8 Üstad Bediüzzaman da “dört-beş saat fasıla vermeden yemek yemek, veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurma”nın vücuda en zararlı şey olduğunu vurgulamıştır.9

Stres de depresyon gibi ahirzamanın problemlerinden biridir. Stres, birçok insanda aşırı yemeyi tetiklemekte ve “yemekolizm” tabiriyle açıklanan yeme bozukluğunu beraberinde getirmektedir. Dr. Öğr. Üyesi Funda Şensoy bu tabiri şöyle açıklıyor:  “acıkmadan yemek, ya diyet yapmanın ya da tıka basa yemenin gizlediği, yiyecek karşısında kontrolün kaybedildiği duygusu, zamanın çoğunu yemek ve şişmanlık hakkında düşünüp, kaygılanmakla geçirmek, vücudunuzla ilgili berbat şeyler hissetmek.”10

Yine Dr. Mehmet Öz de duygusal açlık ile fiziksel açlığı ayırmak gerektiğini; doymadan kalkmanın, ne yiyeceği üzerine düşünmenin fiziksel açlıkla ilişkili ve yemek noktasında kontrolü kaybetmemek adına önemli olduğunu; duygusal açlığın ise acıkmadan, hızlıca ve aşırı yemek, yemek esnasında başka yiyecekleri de düşünmek, tek başına yemeyi tercih etmek ve bunun getirdiği suçluluk duygusunu hissetmekle ilişkili olduğunu aktarmıştır.11

İşte, yemek fiili sadece fizikî bir faaliyet olarak görülse de, bu faaliyetin insana başta zihin sağlığı olmak üzere birçok cihetle yansıması mevcuttur. Ve bu faaliyette ne yediğimiz kadar nasıl yediğimiz, yeme esnasındaki farkındalığımız/modumuz, ne ölçüde yediğimiz, yeme hızımız ve yemek üzerindeki kontrolümüz de önemlidir. Evet, yemek yemenin zihin sağlığımızla olan güçlü bağlantısı asla yadsınamaz.

 

Dipnotlar:

1 Bakara Suresi 168. Ayet

 

 

3 Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241)

 

 

5 Müslim, Zekât, 19; Tirmizî, Tefsir,3; Ahmed b. Hanbel, 2/328

 

 

 

 

 

 

9 İktisad Risâlesi; 19. Lemâ, Üçüncü Netice

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*