Madem Allah var; herşey var

Madem Allah var; herşey var

Rabbini hakkıyla tanıyamayan beşer mevcudatı hattâ ebna-yı cinsini dahi düşman görerek giderek yalnızlaşıyor. Kalabalıklar içinde artan bu yalnızlık hastalığına hobiler, evcil hayvanlar ya da sosyal medya merhem olamıyor. Bunca meşakkat kalbi doğru adreste tutmaya yetmiyor. Bir de sayıca az olmasına rağmen son derece mutlu ve huzurlu bahtiyarlar var. Onlar kâinattaki tecelli eden esmaları okurlar. Esma pencerelerinin kıymetini takdir eden kalbin hissesi ise tarifsizdir: “Bütün mevcudat esmasının cilvelerine mazhar olan Zat-ı Vacibü’l-Vücud’u bulan bir kalp herşeyi bulur…”1

Bu kalp her mevcudatta esmaları okuyabildiği için hadsiz dostlarının olduğunu kolayca idrak eder. Artık sinek, arı, ağaç, çiçek, ay, güneş ve bütün kâinat onun dostudur. Tek kişi kaldığında dahi tek kişi olmadığını bilir. Zikir ve tefekkür edip, sevap kazanacağı mektuplar olan bütün mevcudat tarifsiz lezzet ve şevk verir.

Doğruyu haykıran levhalar: Fıtrat ve vicdan!

Bu metot son derece ehemmiyetlidir. Fıtrat ve vicdan bu hakikatin doğruluğunu tüm ruhu canıyla haykırır: “Fıtrat ve vicdan akla bir penceredir. Tevhidin şuâını neşrederler.”2 ve “Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.”3 Peşin bir ücret olarak aldığımız lezzet ve vicdanî rahatlık doğru yolda olunduğunun emareleridir.

Sonsuzu kazanmak için dünyaya gönderilen insan himmetini neye sarf ettiğine dikkat etmelidir. Zira kıymetinin kriteri bellidir: “İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.”4

Azalarımız ne ile meşgul?

Bu hakikatin farkına varamayan milyarca insan yalnızlık ve can sıkıntısı içinde çırpınıyor. Bu feryadı çoğu zaman simalardan dahi okuyabiliyoruz. Oysaki paha biçilemeyen kıymette olan her azamızı, fânî dünyaya değil, kendine has ubudiyeti yaptırmakla mükellefiz. Terakkinin en kestirme yolu budur: “Hakikî terakkî; insana verilen kalp, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sâir kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.”5

Bu meşguliyet bizi manen yükseltecek, yalnızlık başta olmak üzere tüm problemlerimizi vuzuha kavuşturacaktır. Bu noktada yolun ikileştiğine şahit oluyoruz. Doğru tercih yapabilmek için doğru soruların sorulması elzemdir? Bu sorulara verilen vicdanî cevaplar da bize iki cihanın saadet kapılarını açacaktır.

Düşünmemiz gereken sorular!

Bu dünya benim için ne anlam ifade ediyor? Hayatta en çok merak ettiğim hususlar nelerdir? Lezzet ve zevkleri istememdeki amaç nedir? Helal dairesi içindeki keyifler yeterli mi? Hayat nedir? Kaygılarım, dünyevî mi uhrevî mi? Birkaç Risale-i Nur pasajı bu soruların en doğru yanıtlarını bulmamıza yardımcı olacaktır:

“Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve kezâ, bu fanî dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış.”6, “En ziyade insanı tahrik eden meraktır.”7, “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir.”8, “Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve ferâizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”9 ve “Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et.”10

Evet, misafir şuuruyla hareket ettiğimizde ve ölüm hakikatiyle yüzleştiğimizde ne yönde çaba sarf etmemiz gerektiğini çok daha iyi anlıyoruz. Aziz olarak bu misafirlikten çıkmak için hareket etmek kolaylaşıyor. Yalnızlığın, can sıkıntısının yerini büyük bir şevk alıyor. Bu şevk ise çoğu insanın hayatı boyunca tadamayacağı iman, farz ve günahlardan çekilme gibi lezzetlere peşin bir ücret olarak kavuşturuyor. Dünyayı terk etmeden evvel manevî bir cennet hayatı yaşanmasına vesile oluyor.

Rehberimiz kimdir?

“Şeriattaki maneviyat daima beşerin rehberi ve gıdayı ruhanîsidir.”11 tespiti son derece manidardır. Bu rehbere kulak vermek gerek. Maddî gıdamızı gösterdiğimiz ihtimamı manevî gıdalardan esirgememeliyiz.

Rehberi tanımayan yalnızlık çukuruna düşmeye mahkûmdur. Manevî havayı solumayan elbette maddî havada boğulacaktır. Risale-i Nur gibi manevî havaların doya doya teneffüs edildiği ortamlarda imkân nispetinde bulunmaya çalışmalıyız. Bu ortamların bir alternatifi olmadığının da farkına varmalıyız. Sohbetler hayatımızın merkezinde olmalı. Zira işte, sokakta, avm’de, pazarda vesair yerlerde bu ortamdan uzağız.

Müfritane irtibat!

Her şeyde vasadı tavsiye eden Üstadımız söz konusu irtibat olduğunda “müfritane irtibat” ifadesi mevzunun ehemmiyetini izhar eder. Zira bu nurlu meclisi başka bir yerde bulma imkânımız yok. Zaman zaman derslerde soruyoruz: Burada olmayan nerededir? Bir adım daha ileri gidiyor ve tekrar soruyoruz: Biz burada olmasaydık nerede olacaktık? Şu an elimizde kırmızı kitaplar var. Eğer derse gelmeseydik elimizde ne olacaktı? Cep telefonu, televizyon kumandası, bilgisayar faresinden biri mi? Üstada kulak verelim:

“Bir şehir, bir vilayet, bir memleket, belki küre-i Arz, belki dünya, belki âlem-i vücud iki hakikî dost için bir meclis hükmündedir. Böyle dostluk ve kardeşliğin firakı yok, hep visaldir. Fânî, mecazî, dünyevî dostluklar sahipleri firakı düşünsün, bize ne.”12

O halde ne kadar bir araya gelip risaleleri okursak o ölçüde terakkî edeceğimiz aşikârdır. Birçok günahlardan, vakti zayi etmeden korunacağımız gibi kardeşlerimizle birlikte olmanın lezzetini, huzurunu yaşayacağız. Yalnızlık veya can sıkıntısı gündemimizde olamayacak. Bileceğiz ki en küçük meselemizde dahi şehrimizde ve ülkemizde arayacağımız ağabeylerimiz var. Derdimize derman olmak için ellerinden gelen yardımı yapacaktır.

Halimizi izhar eden sorular!..

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız nimete kaç kişi sahiptir? Bu nimetten mahrum olan beşer yerine ne ile doldurmaya çalışıyor? İnsanlardan uzaklaşmak, yalnız bir hayat sürmek hangi derdin şifası olmuştur? Balık, kedi, kuş, köpek beslemek insanın yerini tutar mı? Bir çay eşliğinde dertleşmek, hasbihal etmek fıtratımıza derç edilmemiş mi?

Saatlerini sosyal medya, televizyon ve bilgisayar başında geçiren beşer; bir dostunun olmamasını nasıl yorumluyor? “Sosyal medyada 5.000 arkadaşım var ama içimi dökeceğim bir tane dostum yok” mealindeki itiraflar bize hakikati haykırmıyor mu?

“İnsanın fıtratı medenîdir. Ebna-yı cinsini mülahazaya mecburdur. Hayat-ı içtimâiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.”13

Mezkûr tespit, sanal arkadaşlar ve sohbetlerin, gerçek dostlarla mukayese dahi edilemediğini ispatlıyor. Sağlıklı ferdî hayat, içtimaî hayatla doğru orantılıdır. Bu orantının günümüzde en iyi yakalandığı ortamın nurlu meclisler olduğunu daima hatırda tutmalıyız. Mesleğimizin dört esasından birinin şefkat olması da bizi gayrete getirmeli. Zira bu nimetten habersiz hayatına devam eden çok sayıda kardeşlerimiz var.

Mesleğimizin esası: Şefkat

“İnsanın en latif ve şirin bir seciyesi olan şefkat; eğer sırr-ı Tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müthiş bir hirkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht dereceye indirir. Tek bir güzel yavrusunu ebedî kaybeden bir gâfil valide, bu hirkati tam hisseder.”14

Mezkûr hakikat mesuliyetimizin büyüklüğüne işaret eder. Günde ortalama 140.000 kişinin vefat etmesi bizi de titretmeli. Sırr-ı Tevhidin yardımına vesile olmalıyız. Bu gayret içinde olmak büyük bir nimet ve şereftir vesselam…

Dipnotlar:
1) Mektubat, s. 444.
2) Mesnevî-i Nûriye, s. 208.
3) Sözler, s. 322.
4) İşârâtü’l- İ’caz, s. 76.
5) Sözler, s. 291.
6) Mesnevî-i Nûriye, s. 101.
7) Sözler, s. 217.
8) Münazarat, s. 136.
9) Mektubat, s. 406.
10) Divan-ı Harb-i Örfî, s. 38.
11) Muhakemat, s. 141.
12) Barla Lâhikası, s. 143.
13) Hutbe-i Şâmiye, s. 64.
14) Şuâlar, s. 21.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*