Davadaki mânâ

Dava adamı… Hepimiz bu kavrama bir yerlerden aşinayız. Fakat “Dava adamı nedir?” denilse susar kalırız belki.Yine de zihnimizde bir isim yahut portre belirir ana hatlarıyla.. Belki de bu portreye renkler ve detaylar eklemek, portrenin bazıı yerlerini gölgelendirmek, bazı yerlerini ise temizlemek gerekiyor.

Pekâlâ, nedir dava adamı?

İnsaniyetin tılsımına erişmiş, yegâne sırlara vakıf olmuş şahsiyettir. İnsan ile beşer arasındaki nüans farkını içselleştirmiştir. Her güne mahiyetinin farkında olarak, yaşama gayesini hissederek başlar, devam eder ve gününü bitirir.

Bütün istidatlarıyla, latifeleriyle, cihazatıyla tek bir hedefe yürür, adım adım… Sakin, kararlı, ciddiyetli, cesaretli, bazen yavaş, bazen süratli, ama asla duraksamadan atar adımlarını. Yoluna adanmış bir seyyahtır o. Yolundan emin, yolun sonundan emin.

Dava adamı, nefsini yenmiş, bugünkü literatüre göre iradesini eğitmiştir. Hatta, maddi ve manevi, iç ve dış, gizli ve açık tüm düşmanlarına karşı en kuvvetli silahıdır, bükülmez ve yenilmez iradesi.

Dava adamı iktisat prensiplerine uymaya fevkalâde ehemmiyet verir. En mühim, en kıymetli ve de kısıtlı varlığının ‘zaman’ olduğunu bilir; bu bilgi her anına, her hayaline, her fiiline sirayet etmiştir.

Kısacası dava adamı âl-i himmettir. Himmeti yüce bir nadire-i hilkattir.

Kişinin kıymeti himmeti nispetindedir, kaidesince dava adamının kıymeti kişilerle ve kendisiyle ölçülemez. Matematikteki sayılar ve işlemler yetmez onun kıymetini ölçmeye. Kelimeler yetmez onun değerini anlatmaya; davası o, o da davasıdır hadd- i zatında.

Abdülkadir Geylanî: “Himmet nefis itibariyle dünya sevdasından, ruh açısından ukbâ mülâhazalarından, kalp cihetiyle de bütün mâsivâdan kat-ı alâkanın ünvanıdır.” der. Aynen onun gibi himmet ehli bir cihette her şeyden geçmiş bir cihette ise her şeyiyle davasına feda olmuş ve davasında fena bulmuştur.

O himmet ehli kimse ki dertlidir. Hem de ne dert! Ancak derdi ne nefsidir, ne de yaşamak ve bekasını temin etmektir. Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin Van Kalesi’ndeki bir mağarada inzivaya çekildiği zaman, altı metre yükseklikten kayalıklara düşerken, “Ah davam!” diye bağırması derdini göstermez mi? Belki onu düşmekten kurtaran da yine o dertti…

Dava adamı, himmetini menfaat-i şahsiyesine hasretmek hastallığına yakalanmamış, ruhen ve kalben sağlıklı kimsedir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri demiyor mu ki: “Belki bu memleketle ve belki âlem-i İslâmın kıt’asıyla, hanem gibi, hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım. Ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın eylemleriyle mütesellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum. Büyüklerin büyüklükleri tam da burda belli oluyor işte. Kalbi ve ruhu öyle inbisat etmiş ki, duyguları koca alemi kapsayacak hale gelmiş. Böyle bir insana, ‘tecessüm etmiş hamiyet’ demenin hiçbir mahzuru yoktur kanaatime göre.

Himmet ehli halis niyet sahibidir, amelinin karşılığında insanlardan en küçük bir beklentisi yoktur. O, mütevekkildir.

Her daim ümitli ve şevklidir. Fedakârdır. Zühd sahibidir.

O, Peygamberimizin, “Müslümanlarıı derdini dert edinmeyen onlardan değildir.” buyruğunu kendisine en önemli bir düstur edinmiştir. Himmet ehli kimse diğergamdır.

Himmet ehli kimse ittihada, ittifaka ve cemaate ihtiyaç duyar, aczini ve fakrını bilir.

Himmet ehli sebeblere tam riayet eder, adetullah kanunlarını uygulamada en birincidir. Bu yüzden çoğu kez, er ya da geç muvaffak olur.

Musibetler onu yeise sürüklemez, o, adeta musibetlerle güçlenir, şevki yenilenir, ve enerji bataryaları tazelenir.

Öyleyse himmet ehli dava adamı, bir savaşçıdır. En küçük dairedeki vesveselerden en büyük dairedeki şeytanlara kadar her cephede küfür ehliyle savaşır.

Elhasıl, dava adamı davası için savaşır, şahıslarla uğraşmaz. Çünkü bilir ki en doğru insanlar bile beşerin nazarında çürütülebilir; fakat iman ve Kur’ân davası asla!

Onca cümleden sonra, aslında dava adamı bir mânâdır. Öyleyse bu felâket ve helâket asrında imân cephesinin askerleri olan bizler esefle iç çekmek yerine bu mânâya odaklanmalıyız. Evet, zaman kötü, dalalet ehli ordularını toplamış, imân hakikatlerine karşı hücuma geçmiş Evet böyle büyük adamlar az bulunur oldu. Belki de, evet, büyük adam olmak zor, çok zor! Ancak bu mânâya yakınlaşmak için en küçük nefsi isteklerimizden vazgecemiyorsak, “yangın var” çığlıklarını duyup da bu dehşetli yangına bir bardak su taşımıyorsak, nur uzatmıyorsak, ne derece samimiyiz üzüntülerimizde? Ne derece farkındayız elimizdeki nurun?

Hz. Peygamber’in (asm), “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler, ben yine bu davadan vazgeçmem.” dediği davaya duhûl edebilmek duasıyla…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*