
Eski Harb-i Umumîden biraz evvel, ben Van’da iken, bazı dindar ve müttakî zatlar yanıma geldiler. Dediler ki: “Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel, bize iştirak et. Biz bu reislere isyan edeceğiz.”
Ben de dedim: “O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mes’ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem ve size iştirak etmem.”
O zatlar benden ayrıldılar, kılıç çektiler; neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi. Az zaman sonra, Harb-i Umumî patladı. O ordu, din namına iştirak etti, cihada girdi, o ordudan yüz bin şehidler ıka o dâvamda tasdik edip kanlarıyla velâyet fermanlarını imzaladılar.
Şualar, On Dördüncü Şuâ, s. 315, yeni tanzim: s. 576
***
‘Rüyada bir hitabe’den…
(…) Tekrar biri sordu: “Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?”
Dedim: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât.
“Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. El-cezaü min cinsi’l-amel. [Amelin karşılığı kendi türünden birşeyle verilir.]
“Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neş’et eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi.”
Yine biri dedi: “Bir âmir, hatayla felâkete atmışsa?”
Dedim: “Musibetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatâdarın hasenatı verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya hazine-i gayb verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükâfatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir.”
Baktım, meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım; terli, el pençe yatakta oturmuş kendimi buldum. O gece böyle geçti…
Sünuhat, s. 62; Eski Said Dönemi Eserleri, s. 495
LUGATÇE:
mukaddeme: başlangıç.
mûsibet-i âmme: umumî mûsibet.
erkân-ı İslâmiye: İslâmın şartları.
salât: namaz.
savm: oruç.
müterakim: birikmiş.
buhl: cimrilik.
hums: beşte bir.
velâyet: evliyalık, velilik.
şehadetlik: şehitlik.
neş’et: doğma.
âmir-i hatâdar: hatalı idareci.
derece-i şehadet: şehitlik derecesi.
Allah Ustadimizdan razi olsun.