Haber amaçtır, araç değildir

Ünlü haber spikeri ve sunucusu Kaan Yakuphan’la habercilik ve medya sektörünün son 25 yılını konuştuk. Habere dair ne varsa bu sohbetimizde. Toplumsal bazı problemlere de değindiğimiz söyleşimizi keyifle okuyacağınızı umut ediyoruz. Hayatımızın en önemli zaman dilimi işgal eden medya sektörünü Kaan Yakuphan nasıl değerlendirdi merak ediyorsanız sizi söyleşimizle baş başa bırakıyoruz. Keyifli okumalar.

Sizce haber nedir? Haber nasıl olmalıdır?

Bu soruya benim didaktik sıradan bir cevap vermemi beklemeyin. 25 yıl demek çeyrek asır demek ve bu çeyrek asır Türkiye’nin çeyrek asrı. Türkiye bu 25 yılda nereden nereye geldi, ne tür değişimler yaşadı ne tür vesayetlerden geçerek bu noktaya geldi, ne tür baskılardan ya da ne tür debdebeleri görerek bugüne geldi;  bunun bir özeti gibi. Haber nedir? Haber hayatın ta kendisidir. Sabah kalktığımız andan itibaren çoluğumuz çocuğumuz, yaşamamız, eğitimimiz, sokaktaki hayat, yaptığımız iş, içinde bulunduğumuz toplum, içinde yaşadığımız dünya kısacası yaşadığımız her şey haberdir. Haber nerede başlar, nerede biter? Asıl önemli soru o. 25 yıl dediniz ya! 1989 yılında, TRT’ye başladım. 1990’ların başlarında bambaşka bir medya, bambaşka bir televizyon, bambaşka bir düzen vardı. Mesleğe başladığım yıllarda medyanın siyaset üzerine çok ciddi etkisi vardı. Medya siyaseti yönetirdi. Siyaset üzerinde bir baskı unsuru olarak medya organları kullanılır ve siyasetin rotası çizilirdi. Şimdi ise siyaset medyayı yönetiyor, siyaset medyaya ayar veriyor diyemiyorum, çünkü çok daha ötesine geçildi, şekillendiriyor. Hangi haberin yapılıp yapılmayacağına daha önce medya kendi karar verip siyasilere bunu dikte ederken hatta siyasilerin vücut bulmasında bilfiil işlev sürdürürken şimdi siyaset medyayı yönetiyor. Bana kalırsa her ikisi de doğru değil. Eskiden medyaya 4. kuvvet denirdi. Fakat medya zaman zaman bu görevi fazla abartıp ikinci güç hatta birinci güç olmaya heveslendi. O da hatalıydı. Ama şimdi siyasetin medyayı yönetmesi de hatalı. Medya, basın yayın organları, televizyonlar dolayısıyla haber özgür olmalıdır, haber bağımsız ve doğru olmalıdır. Yaşadığımız her an hatta şu an yaptığımız sohbet de dâhil, bir haberdir. 25 yıl içerisinde yeni doğan siyasî hareketler, tüm siyasi partilerin kongreleri, kurultayları, genel seçimler, yerel seçimler, depremler, felâketler, seller neler neler yaşadık. Ama haber dediğimiz şey kişilerin özel hayatına müdahale noktasına gelmediği sürece haber. Toplumun haber alma özgürlüğü var medyanın da böyle bir görevi var. Ama nereye kadar? İnsanların özel hayatlarına girinceye kadar değil.

25 yıl içerisinde “bunun da haber değeri olur mu?” dediğiniz bir şey oldu mu?

Medya bir güçtür. Güç ne demektir? Elinizde bulundurduğunuz zaman haber olanı da verirsiniz, haber de oluşturursunuz. Kişisel menfaatlere hizmet etmeye başladığı andan itibaren haber ve menfaat haberi arasında çok ciddi bir ayrım var. Çünkü kendi iş kolları ile ilgili menfaat haberleri de yapanlar oldu. Sindirme haberleri, ihale yapılacaksa o ihaleyle ilgili kendilerine menfaat sağlamak amacıyla haberler yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Şu an objektif haber var mı, diye düşünecek olursak; Şu an üç kutuplu bir medya yaşıyoruz. Bir tarafta hükümete yakın olan medya kuruluşları, diğer tarafta cemaate yakın medya kuruluşları, diğer tarafta muhalif dediğimiz bir takım televizyonlar, gazeteler… Siyasetle at başı ilerleyen bir süreç bu. Eğer siyasette Gülen cemaati ile diğer muhalif ya da ana muhalefet diğer muhalif hareketlerin ortak hareket ettiği bir durum varsa bunun da medyaya yansıması şüphesiz kaçınılmazdır.

Medya için “gücün medyası” diyebilir miyiz?

Sadece sahiplik değişir. Dolayısıyla tüm dünyada açıktan açığa ya da gizli olarak medya siyaset ilişkisi her yerde hemen hemen aynıdır. Dolayısıyla siyasiler şunu bilir; Eğer hükumet edebilme noktasında ben başarılı olmak istiyorsam, medyayla mutlaka ya iyi geçinmeliyim,  iyi ilişkiler kurmalıyım ya da medyanın gücünü elime geçirmeliyim. Haliyle

25 sene önce siyaseti yöneten medya şimdi siyaset tarafından yönetilen medya haline geldi.

Medyanın şeffaflaştığı bir dönem hatırlıyor musunuz? Medyanın ‘gerçekten’ haber verdiği zaman dilimleri var mıydı?

Gerçekten şeffaf olduğu bir dönem elbette yok. Peki, ne zaman şeffafmış gibi göründü? Medya patronlarının kendi arasındaki yaşanan savaşlar zamanında bilinçli ya da bilinçsiz bir şeffaflaşma yaşandı. Kendi yaptıklarını bir bir ortaya dökerlerken işte o zaman göreceli bir şeffaflık yaşamış olabiliriz. Ama sizin sormak istediğiniz şeffaflıkla aynı şey değil tabi ki. Tabiri caizse pisliklerin ortaya döküldüğü zaman olarak adlandırabiliriz.

38

Televizyon ve yazılı basın internet haberciliğinin gölgesinde mi kaldı?

Yaptığım iş gereği her gün bu konuları da konuşuyorum. Konuşmalar esnasında şunu fark ediyorum; artık insanların büyük çoğunluğu ve özellikle gençlik gazeteleri çok fazla okumuyor. Gazeteyi, kitapları, haberi ve dünyayı daha çok internetten ve sosyal medyadan takip ediyorlar. Gençler her şeyden haberdar ama o gazeteye dokunarak değil.   Artık bu, gençlerle de sınırlı değil. Gazetelerin bu hıza yetişebilmesi mümkün değil. Anında yeni bilgilerle dolup taşan siteler var. Tabii gazeteler bitmez. Medyanın çok güçlü olduğu ülkelerde dahi gazete bitmedi. Ama gazeteler sadece biraz işlev değiştirdi. Eskiden daha çok haber verme amaçlı iken şimdi daha çok fikir verme ya da fikir paylaşma mecrası haline geldi. Eskiden daha çok haber, daha az köşe yazarı varken şimdi daha çok köşe yazarı, daha az haberle karşılaşıyoruz.  Çünkü önce gazete vardı Türkiye’de. Sonra televizyonların sayısı arttı. Televizyonlar göreceli olarak gazetelerin önüne geçtiler ama sonra televizyonlar yine gazetelerin gerisinde kaldı ve gazeteleri takip etmeye başladılar.  Ama şimdi karşılarına

çok daha büyük bir rakip çıktı. Artık üniversitelerde dahi yeni medya dersleri veriliyor. Herkes medyayı, sosyal medya ve internet haberciliğini daha iyi takip edebilme uğraşısı içinde. Ama artık bambaşka bir habercilik türedi. Eskiden gazetelerin ve televizyonların muhabirleri sadece haber takip ederken şimdi akıllı cep telefonları sayesinde vatandaş haberciliği ortaya çıktı.

Bunun doğru habercilik üzerinde etkilerini nasıl görüyorsunuz?

Bir haberin doğruluğundan emin olabilmek her zaman mümkün değil. Kendimi daha

çok televizyoncu spiker ve bir tarafımla eğitmen olarak daha sonra haberci olarak görürüm. Ama ne televizyonda, ne sosyal medyada gördüğünüz her haber doğru değildir. Bir haberi birkaç farklı yerden kontrol etmek zorunda kalıyoruz.  İki ya da üç kutuplu medya düzeninden bahsediyoruz.  Bir kanalın verdiğini bir başka kanal yalanlıyorsa, bir diğeri doğru değil diye veriyorsa insanların doğal olarak aklı karışıyor. Dolayısıyla haberi televizyondan takip etmeyen sadece internetten alan insanlar, tek bir kaynaktan besleniyorlarsa bir tür dezenformasyonla karşı karşıya kalabilirler. Ama bu her zaman vardı. Şöyle düşünün; Türkiye’de yer alan bir haber Türkiye’den doğrultulacaktır. Türkiye’de bir olay yaşanıyor. Dünyadan gelen yorum mudur aslolan yoksa bizim algılamamız mıdır? Ama emin olun 25 yıllık televizyoncu, haberci olarak ben de internette ve gazetede gördüğüm her habere inanamıyorum.

Yakın zamanda Suriye’den savaştan kaçan bir çocuk haberi yapılmıştı. Çölün ortasında tek başına savaştan kaçan bir masum… Bir gün sonra öğrenildi ki aslında o bir filmin çekiminden kareymiş. İnsanların vicdanlarını sızlatmıştı… Haber amaçtır, ama bir araç değildir. Hangi düşünce ve amaçla olursa olsun haber bir maşa değildir. Herhangi bir düşünceyi, bir algıyı oluşturmak için oluşturulan bir şey değildir. Haber masa başında üretilecek bir şey hiç değildir. İnsanlar ne kadar objektif olmaya çalışırsa çalışsın. Mesela son çalışmış olduğum kanalda 15 sene kaldım. Harcında alın terim olduğunu söyleyebilirim. Biz olduğunca objektif olmaya çalıştık ama ne kadar olabilirsin? Neticede herkesin bir dünya görüşü var. Bir patronunuz varsa ve o patronunuzun da başka işleri varsa bu yaptığınız haberciliği de gün gelir etkiler, gün gelir satılırsınız ve etkisizleştirilirsiniz. Bîtaraf olmak mümkün mü?

Çabalarsınız. Bunun sonucu ya takdir görürsünüz ya da bertaraf olursunuz.

Türkiye özeline baktığımızda medya sektörü verimli çalışan ve iyi yönetilen bir sektör müdür?

Şimdi verimden ne anladığımızla alakalı bir şey bu. Bu havuzun dışından konuşan biri olarak söylüyorum. Geçen yıl sorsaydınız cevabım farklı olurdu.  Herhangi bir medya kuruluşunda çalışmadığım için dışarıdan on adım geri atıp yaşananları ben de sizler gibi izliyorum aslında. Medya ne zaman verimliydi? Ben son 25 yılı biliyorum ve altını çizerek söylüyorum, hiçbir zaman verimli değildi. Her zaman gücü elinde bulunduran bir şekilde o güçten fayda sağladı. Fayda dediğimiz aman maddi olarak anlaşılmasın… Başka amaçlar için kullanıldı. Daha verimli olabilir mi? Olabilir, ama medya patronlarının tek işi medya patronluğu olursa. Medya patronları başka sektörlerde iş yapıyorsa siyasetle çok yakın bir bağ içerisine giriyorlar. Bağ koparılamadığı için medya kontrol altına alınıyor ve o zaman verimli haber yapılıyor, verimli çalışılıyor demek pek mümkün değil.

Kamuoyu mu medyayı, medya mı kamuoyunu yönlendiriyor?

Bunlar hep iç içe şeyler. İç içe geçmiş ilişkiler. Siyaseten yaşanan şeyleri vatandaşın öğrenme yeri neresidir? Medyadır, televizyondur, gazetedir. Haliyle siyaset, olanın nasıl olmasını istiyorsa bunun yönetilmesi de medya aracılığı ile oluyor. Şimdi şurada bir olay olsa hepimiz farklı bir perspektiften değerlendiririz. Tüm medya kuruluşları burada olsa yarın bunu televizyonlardan izleseniz farklı şekillerde öğreneceksinizdir. İnsanın fıtratına aykırıdır objektif olmak, bu mümkün değildir bence.

28 Şubat döneminde medya kuruluşları tarafından nasıl bir habercilik örneği sergilendi?

Şu an medya nasıl yönetiliyorsa o dönemde de gücü elinde bulunduranlar aynı şekilde medyayı yönetti ve yönlendirdi. Ne olduğundan çok, medyanın bunu nasıl verdiği kamuoyunu şekillendiriyor. O dönemde de kamuoyuna ne şekilde duyurulmak isteniyorsa o şekilde yansıtıldı.

25 yıllık habercilik kariyerinizde okumak istemediğiniz bir haber oldu mu? Kısacası hiç duygularınız karıştı mı?

Duygularımı, siyasi görüşümü, kişisel tercihlerimi işime hiçbir zaman karıştırmadım. Bu benim  kimliğime  uygun olsa bile beni kullanışlı bir insan yapmıyor. Objektif olmaya

çalışırken bu aslında geçer akçe olmuyor. Bu sebepten hiç işimden oldum mu? Hayır olmadım. Ama geçen sene televizyonumuzun satışı bu yüzden olmuş olabilir mi? Olabilir. Bu bir ticarettir neticede. Meslek hayatım boyunca okumak istemediğim haberler değil, nefret duyduğum haberler oldu. Siyasî haberlerden ziyade kadına ve çocuğa yönelik şiddet haberlerinde gözyaşı döktüğüm de olmuştur. Bizler her ne kadar duyguları erozyona uğramış kişiler olarak görülsek de kimsenin görmediği görüntüleri görüyorsunuz ve o haberin içindesiniz. Ama 25 yıl da olsa hiç fark etmez. Çocuk ve kadına yönelik şiddet haberlerinde duygularımı kaybetmediğimi düşünüyorum.

Sizin için din, vicdan ve inanç özgürlüğü ne ifade eder?

Herkes dinini seçmekte ve özgürce yaşamakta serbesttir. Hangi ülkede ve coğrafyada yaşıyor olursanız olun kimseyi ötekileştirmeden, kimseyi inancından ötürü başka bir tarafa koymadan, herkesin inancını özgürce yaşaması gerekiyor. Bakın biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, pek çoğumuzun adını sanını bilmediğimiz çok farklı etnik kökene ve farklı dini inançlara sahip insanımız var. İşte onları ötekileştirmediğimiz zaman onlar da bizlerle eşit haklara sahip oldukları zaman bu ülkede din ve vicdan özgürlüğü var, diyebiliriz. Kimi örnekler ne yazık ki, bunu göstermiyor. Bazı etnik kökene sahip insanların ötekileştirildiğini görüyoruz. Laik bir ülkede yaşıyoruz. Ne demek laiklik; en basit anlamıyla din ve siyasetin birbirinden bağımsız olması. Herkes inancını bağımsız şekilde yaşayabilmeli ve dinini özgür bir şekilde öğretebilmeli ve de öğrenebilmeli.

Dinin  öğretilmesinden ve öğrenilmesinden bahsettiniz. Sizce devlet dini öğretebilir mi?

Gençlerin, çocukların çoğu dinî eğitimlerini nereden alıyor sizce? Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, çocuklar din eğitimini ya ailelerinden ya camideki hocadan  ya  da  cemaatlerden öğreniyor.  Benim de iki çocuğum var ve onlar da din eğitimi görüyorlar. Ama okullarda verilen din eğitiminin çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü din eğitimini verebilmek demek sadece duaları öğretmekle sınırlı bir şey değil. O dinî yaşam neleri anlatıyor, neleri emrediyor onu anlatabiliyorsanız, çocukların içine onu sevgi ile nakşedebiliyorsanız, budur önemli olan. Madem okullarda din eğitimi var, yapılan araştırmalarda neden çocuk dini okuldan öğreniyor demiyor?

Devletle, okulla dini eğitim verilemiyor. Kötü örneklerde bu var. Müslüman olmadığı halde İslâmı öğretmeye çalıştığınız gayrimüslimler var. Ya da Alevilere yönelik zorunlu bir din eğitimi vermeye çalıştığınız zaman onlar da bu konuda sıkıntı yaşayabiliyor.

 

BİYOGRAFİSİ

Kaan Yakuphan kimdir?

12 Eylül 1967’de İzmir Karşıyaka’da doğan Yakuphan ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimini İzmir’de tamamladı. İstanbul Üniversitesi SBMYO AB bölümünden mezun olan Yakuphan, İstanbul Üniversitesi SBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne devam ediyor.

1988 yılında TRT sınavını kazanarak Ankara televizyonunda çalıştı. 1990 yılında ilk özel televizyon olan Star TV ’de çalışmaya başlayan Kaan Yakuphan ana haber, sabah haberleri ve gece hattı ile ilk günlük haber programı Yakın Takip gibi programların sunumunu yaptı. 1995 yılında ATV televizyonuna geçen Kaan Yakuphan 1998-2013 yılları  arasında  TV8

Kanalı’nda gündüz haber kuşağı moderatörlüğü, günortası haberleri ve ana haber bülteninin sunumunu yaptı. TRT’de yayınlanan Şahların Labirenti darbeler tarihi adlı 13 bölümlük belgeselin sunumunu ve seslendirmesini yaptı. Ayrıca Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Alparslan Türkeş başta olmak üzere çeşitli belgeselleri seslendiren Kaan Yakuphan’ın 17 yaşında bir erkek ve 10 yaşında bir kız çocuğu var. Halen Başkent İletişim Bilimleri Akademisi’nde diksiyon ve mesleki dersler veriyor. Ayrıca AB Türkiye Delegasyonu tarafından düzenlenen Kadın ve Gençlik Forumları’nın moderatörlüğünü de üstlenmekte.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*