Elli beş sene oldu bu diyâr-ı faniyi terk etmişliğin…
Telif etmiş olduğun eserlerle nurlanmış nice ailelerden birinde açtım ben de dünyaya gözlerimi. Hamdolsun Rabbimize ki, büyük bir nimetin içinde bulduk kendimizi. Ama deryadaki balık misâli gaflete çokça düşebiliyoruz ne yazık ki…
Namazlarımdan sonra dualarım, senin bir mektubunda bize öğrettiğin gibi oluyor hep:
“Ya Rabbi, bizi Kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ile meşgul eyle.”
Çok ama çok dua ediyoruz Üstadım. İmandan, Kur’ân’dan, Risale-i Nur meslek ve meşrebinden ayrılmamak adına… Ama biliyoruz ki, duamıza katran da katmamız lazım. Bu konuda gayret içinde olmamız gerek…
Zübeyir Ağabeyin “Okumak, okumak, okumak…” sözleri kulaklarımızda çınlıyor!
Risale-i Nur gibi bir eser külliyatına kavuşmamıza vesile olduğun için çok defalar “Allah senden razı olsun Üstadım!” demekten kendimi alamıyorum.
Evet, Allah senden razı olsun Üstadım, bize öyle hakikatlerin ulaşmasına vesile oldun ki, dünya ve içindeki her şeyden daha değerli. Çünkü ebedî saadetimizi temin ediyor.
Bazen ilâca benzetiyorum eserlerini. Hoş, gerçi sen de “Kur’ânî devalar” olduğunu söylemiştin zaten. Hani hasta bir insan, günlük olarak alması gereken ilâcını ihmal ettiğinde
çok sıkıntılı hallere düşer, hatta bazen hayatî risk söz konusu olur ya; ben de Kur’ân eczahanesinden alıp istifademize sunduğun imânî ilaçları günlük olarak almayı ihmal edersem bazı sıkıntılar hissediyorum Üstadım. Bir şeyler yolunda gitmiyor sanki o zaman. Hatta neredeyse hiçbir şey yolunda gitmiyor!
Risalelerin her daim bize bir ayar çekiyor Üstadım. Bozulan psikolojilerimizi onunla tamir ediyoruz. Sanki psiko-terapi gibi oluyor imânî devaların. Nurlardan açtığımız her bir sahife, meselâ Yirminci Mektub’dan ruha şifa bir paragrafı okuyunca nasıl da neş’e doluyor içimiz, tarif edilmez… Öyle ki, dünyada cenneti yaşıyor gibi oluyoruz.
Bazen de dalıyoruz sayfaların arasına Üstadım. Bir şeyler çekiyor bizi sanki. Okudukça okuyasımız geliyor. “Zaman dursa da, başka hiçbir iş olmasa, sadece hep Risale okusak!” deyiveresimiz geliyor.
Üstadım, senin sadece Haşir Risalesi’ni beş yüz defa okuduğunu biliyoruz. Bir yazar, kendi kitabını bu kadar okur mu hiç? Hadi bir defa, beş defa okusun… Ama beş yüz defa okur mu? Bu bile, Risalelerin diğer kitaplar gibi olmadığını gösteriyor bize aslında. Sen zaten “Risaleler benim değil” demiştin. Eserlerinin birçok yerinde “Risale-i Nur benim değil, Kur’ân’ın malıdır… Ben de sizin ders arkadaşınızım… Herkesten ziyâde ben müflis, muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel benim elime verildi” diyordun.
Hatta bir keresinde, sesin yetişebilse bütün dünyaya şunu haykırmak istemiştin:
“Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur’ân-ı Kerîm’in hakaikinden telemmu’ etmiş şuâlardır.”
Şimdi milyonlar, senin sesini dünyaya ulaştırdı Üstadım. Risaleler 60’a yakın dile çevrildi. Radyo, TV ve internet vasıtasıyla dünyanın dört bir tarafına yayıldı. Muhtaç ve müştak olanların onu arayıp bulması daha da kolaylaştı artık.
Ama aynı derecede tahribat da arttı tabii… Sen “Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imani-
ye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celbetmekle olur” demiştin.
Başımız biraz önümüze eğik bu konuda belki, ama büsbütün ümitsiz de değiliz. Zaten bu yakışmaz da Nur’un talebelerine. Sen “Acele ettim, kışta geldim, sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır” diyordun.
Açan çiçekleri görüyoruz şimdi Üstadım. Onun için sevinçliyiz. Ama daha çok çalışmamız, muhtaçların nazar-ı dikkatini daha çok celbetmemiz gerektiğinin de farkındayız.
Rabbimizden duamız; şahs-ı manevîye dahil olarak bu yolda ihlas, sadakat, sebat, metanet, tesanüd ve istikamet içerinde son nefesimize kadar müdavim olabilmek. Dua ve gayret bizden, tevfik Allah’tandır ümidiyle…
İlk yorumu siz yazın