Anlıyorsun değil mi?

İnsanları anlamak her zaman o kadar da kolay değil. Bunu 17 yıllık hayat deneyimime dayanarak söylüyorum. Yani bana güvenebilirsiniz. Peki, insanları anlamak zorsa, neyi anlamak kolay? Bir şeyleri anlamak kolay olmalı değil mi? Haksız mıyım? Tabiî ki değilim, sağolun.

Ama insanları da anlayan birileri olmalı… Daha da önemlisi, insanları anlamak gerekir mi? Bence gerekmez. Ne yapacağım insanları anlayıp. Hayır, kolay bir şey olsa denerim, ama yazımın başında da söylediğim gibi insanları anlamak çok zor. Öyleyse ben de kolay anlayabileceğim bir şey bulur, onu anlamaya çalışırım.

Şimdi burada sizinle beyin fırtınası yapmayı ve kolay anlayabileceğim şeyi bulmayı çok isterdim, ama şuurumu o kadar da kaybetmedim. Öyleyse size daha önce üzerinde düşünüp anladığım bir hikâyemi anlatayım. Bakın dikkatinizi çektiyse yine ‘anlatmak’ kelimesini kullandım. Bu da ‘anlamak’ kökünden gelir. Eee, bir şeyi anlatmak için önce o şeyi anlamak gerektiğine göre, gözümüz aydın arkadaşlar, bir şeyi anlamışım! Ki anlamadıkları şeyleri anlatmaya çalışan insanlarla hayatımın her döneminde karşılaşıyorum.

Koskoca 17 sene değil mi? Elbette dönem dönem ayırmak gerekir. Bu dönemlerden birinde de ‘lise’ bulunuyor. Anlamadığı şeyi anlatmaya çalışan öğretmenler mi dersin, anlamadığı konuyu sınav öncesi arkadaşlarına anlatmaya çalışan öğrenciler mi dersin…. Ne dersin? Ben ‘Artık saçmalamaya başladın Çedile Hanım, hikâyeye geç’ derim. Eminim siz de öyle diyorsunuzdur. Hazır Çedile demişken, fark ettim ki ismimi e harfini uzatmadan okuyormuşsunuz. Bu beni biraz üzdü açıkçası. Bunu şey gibi düşünün; Âdile. Çeedile diye okuyacaksınız yani.

Neyse efendim… Günlerden bir gün, erkek kardeşim Hamza’ya adı ‘Fiyonk’ olan bir tavşan yapmıştım. Birkaç gün ortalarda dolanıp kıymete bindikten sonra, sırra kadem basmıştı, kayıplara karışmıştı, yer yarılmış Fiyonk içine girmişti adeta. Öylesine umutsuzluk, öylesine bir özlem içerisindeydim ki, Müge Anlı’ya çıkmayı bile düşünmedim değil. Yalnız dikkatinizi çekmek istiyorum, ‘düşündüm değil’. Sonuç, Fiyonk bu gün heyecanlı bekleyişin, uzun yüzyılların ardından, aniden evde peyda oldu. Bizde bir sevinç, bir bayram havası derkeen; Bir de baktık ki Fiyonk’un kafa göz dağılmış. Elyafları deşilmiş, bir bacağı sizlere ömür. Karnının ortasındaki desenli kumaşın ipliğini bile sökmüşler insafsızlar. Kim bilir uyuşturucuya mı alıştı? Trafikte cam silip dayak mı yedi? Bir şey içip ölmüş bile olabilir, sonuçta hayvancağız nefes bile almıyor, nerden anlayalım yaşadığını. Belki de hiç biridir. Belki de sadece elyaf kaybından ölmüştür. İç elyaflanma… Beyin elyaflanması… Olabilecek şeyler bunlar…

Ya da, siz tüm söylediklerimi unutun. Yani unutmayın tabii de, o kadar yazdık sonuçta, ayıp. Belki de Fiyonk sadece Hamza’nın hışmına uğramıştır. 5 yaşında erkek çocuğundan bahsediyoruz yani. Nerden bilsin Fiyonk’un mahiyetini… Nereden bilsin ablası onu yapmak için evi ne hale getirdi, onu yaparken ellerini delik deşik etti. Moda dergilerinden kalıp çıkartıp, sonra o kalıplara uygun kumaş kesmeye çalışırken kaç parça kumaşı ziyan edip, itinayla annemden sakladığımı nereden bilsin?

İşte Hamza tüm bunları bilmiyor. O, işin sadece oynamak ve bir kenara atmak kısmıyla ilgileniyor, ki tam burada hatırlatmak istediğim bir konu var; Fiyonk’a ne olduğunu hâlâ bilmiyoruz. Yani aslında belki de Hamza benim Fiyonk’a olan ilgimi kıskanmıştır. Ve çözüm olarak onu bu hale getirip bir yerlere saklamıştır. Bilemeyiz. Tam bir muamma. Ve işte hikâyem bu. Şimdi derseniz ki, ‘Çedile sen ne anlattın, neyi anlamıştın da bize anlatmaya çalıştın.’ Hemen şöyle özetleyeyim; 5 yaşındaki erkek kardeşlerinize bez hayvan falan yapmayın. Çünkü işin sonunda olan hayvancağıza oluyor. Üstelik tüm bu süreç boyunca Hamza’nın üzüldüğü tek konu şuydu: O, Fiyonk’un adının ‘Bay Tavşan’ olmasını istiyordu, ancak benim baskılarım sonunda, şimdi de olduğu gibi, adı Fiyonk konuldu.

Hâlâ bir şey anlamadıysanız üzülmeyin. Sonuçta yazımın ana fikri, ‘insanların anlaşılmasının zor olması’ değil miydi? Yani beni anlamadıysanız, ana fikri kapmışsınız demektir. Şimdi sizi hayatın çetin sınavlarıyla ve anlaşılması zor insanlarla baş başa bırakıyor ve yazıma son verirken, hepinize bol bol sabır dualarımı yolluyorum…

Anladınız mı?

 

03

 

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*