Kenya’lı çocukların oynadığı bir oyun var. İsmi ‘Nyama Nyama’. 1 Özetle; bir grup çocuğun içinden birisi herhangi bir hayvan ismi söylüyor.
Eğer bu hayvan yenilebilir bir hayvansa, etrafındaki diğer çocuklar ‘Nyama Nyama’ diye bağırıyor. Yenilemeyen bir hayvansa çocukların sessiz kalması gerekiyor. Hata yapan yanıyor ve oyun dışı kalıyor.
Oğlumla bu oyunu oynarken bazı zamanlar çelişkiye düşmüyor değilim. Zira; midye, zebra, ıstakoz gibi hayvanlarda insan ne diyeceğini şaşırıyor. Bir nevi arafta kalma durumu yani. Bu oyunu Nyama Nyama değil de, Demokrasi oyunu şeklinde oynasaydık, Türkiye için de arafta kalma durumunu yaşardım diye düşünüyorum. İyi/kötü bir demokrasimiz var, var olmasına da, 1. Meşrutiyet’ten bu yana yaklaşık 150 yıllık demokrasi tecrübemize rağmen, oturmuş bir demokrasiye sahip olduğumuzu söyleyemiyoruz maalesef. Arada geçen tek partili rejimler, askerî darbeler, sıkıyönetimler zaten bu dönemin yarısını kaplıyor.
Bu süreci çok da anormal görmemek gerekiyor aslında. Zira demokrasi pahalı bir rejimdir. Bugünden yarına bedel ödemeksizin elde etmek mümkün olmuyor. Bir toplum bir günde demokrasiye geçemiyor. Demokrasi anlayışı zaman istiyor, tecrübe istiyor, süreklilik istiyor. Toplumların da insanlar gibi olgunlaşma süreçleri var ve bu öğrenme süreçleri nesiller alabiliyor. Nitekim oturmuş demokrasiye sahip ülkelerde de, yüzlerce yıllık tecrübe ve bedel ödemeyle bu seviyeye gelindiğini görüyoruz.
Aslında işin temeli insan faktöründe düğümleniyor. Temelde fert olarak ‘kendine demokrat’ değil de, gerçek demokrat olabilirsek, ülkenin de tam demokrasiye sahip olmasını mümkün kılabiliriz. Aksi halde, Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.” 2
Bir zamanlar izlediğim Kemal Sunal filmlerinin birinde geçen ve o zamandan beri hafızamda yer etmiş olan bir replik var. Hatırladığım kadarıyla, mahallenin bekçisi rolündeki Sunal, fırıncının yokluğunda fırına girip ekmek yapar. Ancak her biri değişik ebatlarda ve şekillerde olan ekmekler için kafasına göre fiyat belirler. Satın alanlardan biri fiyata itiraz ederek, ‘Terazide mi tarttınız?’ deyince, mahalle bekçisi şu cevabı verir: “Kanunun gözü terazinin özüdür.” Ve kimse bu cevaba itiraz etme cesareti bulamaz. Öyle ya. Karşılarındaki koskoca bekçidir, kanundur, her söylediği emirdir, ekmeği gözüyle de tartabilir. Teraziye ne ihtiyaç var ki!
Her ne kadar sıradan bir film repliği gibi gözükse de, aslında birkaç nesil öncesi için bu ülkedeki demokrasi anlayışı hakkında çok net ipuçları veren bir repliktir bu. Zira bu topraklar çok uzun yıllar bireyin önemsenmediği, bürokrat egemenliğinin kanunla korunduğu, devletin kutsandığı topraklar olmuş ne yazık ki. Birey olarak, insan olarak, ailesinde, okulunda, işyerinde, resmi kurumlarda, vs. değerli olduğunu hisseden, saygı gören bir toplum, elbette ülkede de demokrasinin yerleşmesini sağlayacaktır. Yoksa amirinin polisini, polisin sürücüyü, sürücünün yayayı, yayanın belki çocuğunu, eşini belki öğrencisini, işçisini insan yerine koymadığı, kişilerin bu şekilde birbirlerini insan yerine koymamakta inatlaştığı bir toplumda, bir mahalle bekçisinin bile insanlara tahakküm etmesi mümkün olabiliyor ne yazık ki.
Çok şükür ülke olarak o dönemleri aştık. Yeni nesiller eskiye göre çok daha demokrat yetişiyor. İletişim araçlarının gelişimi de, bu noktada önemli rol oynuyor. Demokrasi oyununda, Türkiye dediğimizde gönülden ve rahat bir şekilde ‘Demokrasi Demokrasi’ diyeceğimiz günlerin yakın olduğuna inanıyorum. Zira biz de demokrasi uğruna ciddi bedeller ödedik. ‘Ama’sız demokrasiye çok yaklaştık. Bunu daha da yakınlaştırmanın yolu, aynayı kendimize çevirip, ne kadar demokrat olduğumuzu sorgulamaktan geçiyor. Ve pek çok güzel haslet gibi demokratlığın da temeli ailede atılıyor.
Dipnotlar
1) Nyama: Et
2) Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, sf. 28
İlk yorumu siz yazın