Sus artık!

‘Sus artık… Aklın bende kalmasın… Kalbinde bağışla beni… Kalbinle bağışla… Hep bu halimle hatırla beni, daha geri gitme… Bak ben seni bağışladım… Sus artık…’

Dişlerini sıkıyorsun, cevap vermene neden izin vermiyorum? Neden hep ben konuşuyorum?
Hangisi seni daha çok üzüyor? Kontrolün bende olması mı? Yoksa buna izin vermiş olman mı? Ne zaman istersen konuşabilirsin. Konuşman gerektiği halde sustuğun bir çağın cezasıydı sana kestiğim. Geçmişten bir hatıra geliyor aklına. Gözlerin doluyor. Anlattıklarım başka şeyleri tetikliyor kalbinde.

‘Çocukluğum, gençliğim, en sıradan hatıralarım ne kadar değerli, ne kadar özlüyorum. Neden hüzünleniyorum?’ O ana bir daha dönemeyeceğin için mi çok değerli? Bu yüzden mi acı acı gülümsüyorsun? Hani şu eski fotoğraf. Doğal olmaya çalışırken yapmacık çıktığın.
İleride mutlu olmak için sakladığın hatıralar neden seni üzüyor?

‘Bana anlatacakların ne zaman bitecek?’
Anlamamakta ısrarcısın hâlâ… Bana biraz daha mühlet ver.
Her şeyin yazılı olduğu yerde sen de varsın. Hafızan bu yerin küçük bir aynası.
Bütün cevapları bildiğini zannetmen bu yüzden. Ben biliyorum dediğin için sana anlatılmadı. Gerçekle arana ‘ben’i ve ‘bilmeyi’ koydun. Hep sen konuşmak istediğin için ‘dinlenmedin.’ Çok da yoruldun. Sonra, yalnızlaştın. Sana, yeniden, yine ve bir kez daha şans verene iyice bağlandın. Acz, fakr, şefkat ve tefekkür… Bu bağlanışın açtığı dört kapı oldu sana. Ya da bu kapılardan geçtikten sonra bağlandın. ‘İman bir intisaptır’ diye okumuştun. Acizliğindeki muazzam kuvveti daha karşılığını almadan yudumladın. Sevinecek bir şey olmadan sevindin. Fakirliğindeki muhteşem zenginliğe elini uzattın. Bu kadar mı kolaydı?

Bir ayçiçeğine sarılıp onu bir kediyi sever gibi sevmek istedin. Bir çocuğun başını okşar gibi.
Sâni, dedin, ağladın… Hakîm, dedin, hayretler içinde kaldın… Sâni-i Hakîm, dedin, kelimeler altından çekildi. Ne zaman gözlerini kaçırsan, kaçıp gitmeyeceğini anlıyorum.
Gözyaşlarınla sus artık diyorsun, git artık derken kalmamı istediğin gibi.
Tevazuyla başını önüne eğip gözlerini kapadığında, görmeye başlıyorsun.
Anlamıyor musun hâlâ? Senden hep bir adım önde olmama sen izin verdin. Sana anlatacaklarım nasıl bitebilir ki? Değişmeye sen karar verdin. Seni çok kolay affedene, sana merhametiyle sahip çıkana karşı işlediğin kusurlar aklına geliyor. ‘Meğer o kusurları ben kendime karşı da işlemişim. Ah, bir geri dönebilsem… O kusurları işlemesem.’ Tövbe zamanda yolculuk yapmaktır. Git, o günahı işleme, yerine bir iyilik yap ve dön! Ellerini açıp O’nu zikrediyorsun. Af diliyorsun. ‘Kulum beni andığında, ben de onu anarım’ buyuruyor. Adın bütün âlemlerde yankılanıyor…

Gözyaşlarınla ‘sus artık’ diyorsun, ‘git artık’ derken kalmamı istediğin gibi. Dişlerini sıkmıyorsun artık. Hep konuşayım istiyorsun. Dinledikçe dinleniyorsun, kabul ettikçe Elhamdülillah diyorsun.
Hayır, bu sefer ben, seni dinlemek istiyorum.
‘İnsan antika bir sanat’ diyor Kur’ân’dan ders alan. Anlamamıştım bunu yıllarca. Bunu bana izah edene kurban! Şu anki yaşımda değilim. Daha yaşlıyım. Hayır, daha gencim! Zamandan münezzeh Olanın zamandan bile önce yarattığıyım. O fotoğrafa neden hüzünleniyorum… O ana neden aşığım… Çünkü biliyorum, daha da öncesi var. Benim asıl özlemim bu önceliğe. Kendi insanlığıma benim özlemim. Zamanın sahibine kulluk, zamanı bana bir binek yapacak inşallah. ‘Mâhiyet-i insaniyeyi inkişaf ettirmek’ ne demek? Zamanın arkasını görebilmek demek!
Hatırlamak istiyorsun evvelin de evvelini. Buna gücün yetecek mi hesaba katmıyorsun…

‘Böylesi hesapsız yaşamaya izin var’ diyorsun… Bir gemidesin. Sırtındaki yüklere yenilerini ekliyorsun. Bu hesaplı ‘hesapsızlık’ içinde göklerin ve yerlerin bile taşımaktan kaçındığı yükleri yükleniyorsun. Sana bu yükleri gemiye bırakman öğretildi. Koca gemi senden tabiî ki daha iyi taşıyacak. Tercih, tasnif ve değerlendirme hakkı senin. Emanet senin. Yeni öğrendiklerinle çok mutlusun. Onay isteyen gözlerle bana bakıyorsun.
‘Git artık. Gitmene izin veriyorum. Sevdiklerim arasında üzülmediğim ilk elveda senden duyduğum olacak. İnşallah bir daha görüşmeyiz. Ne zaman geri gelirsen bir kusur işlediğini anlayacağım. Sayfalarda buluştuk, sayfalarda ayrılalım. İstersen kal, ama… Sen bilirsin.’

O gülen gözlerinle bir şey söylesene diyorsun. İstersen kal derken gitmemi istediğin gibi…
Burada bitirecektim aslında… Buradan gidecektim… Ama haddim olduğunu düşünerek şu sözlerle bitirmek istiyorum diyeceklerimi…
Okuduklarını yaşa. Yaşadıkça okudukların başka anlamlara akacak. Başka manalar açacak, çiçekler gibi… Sonra, başkaları senin üzerinden okuyacak bilinmesini çok istediğin o gerçekleri… Çoğu zaman bir temsil bin tembihten çok daha fazlasını anlatır.

Temsil etmek teslimiyetten geçer. Rica ederim, teslimiyetlerin ‘ama’lı olmasın… Sonra bir gün bir Allah dostu sana tebessüm eder. İnsan olan bir insan sana selam verir.
Bunu bir işaret sayarsın. Tevazuyla başını önüne eğip gözlerini kapadığında; yine, yeniden ve bir kez daha görmeye başlarsın.

‘Sus artık… Aklın bende kalmasın… Kalbinde bağışla beni… Kalbinle bağışla… Hep bu halimle hatırla beni, daha geri gitme… Bak ben seni bağışladım… Sus artık…’

 

Fotoğraf: Adem Alparslan

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*