Bir demokrasi, özgürlük ve hukuk mücadelesi

Yeni Asya, basın sektörünün, istikrarlı ve cesur sesi olarak 21 Şubat 1970 yılında kurulmuş, köklü bir gazetedir. Dile kolay, 46 yıllık bir geçmişi var…

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ‘kâinata değişmediği’ talebesi Zübeyir Gündüzalp’in, “Lahana yaprağı kadar da olsa bir gazetemiz olsun” diyerek, kurulmasına öncülük ettiği Yeni Asya, hakkın ve hakikatin sesini gür bir şekilde duyurmak gayretiyle, vatan sathını bir mektep yapma noktasında şerefli bir tabloya sahiptir.

Öteden beri meşveret ve şûrâ ile iş gören bir misyona sahip olan gazete, gündemi Risale-i Nur penceresinden yorumlayan bir naşir-i efkârdır. Yayın hayatı boyunca birçok kez kapatılma, toplatılma, dava açılma gibi bed muamelelere maruz kalan Yeni Asya, en büyük mücadelelerinden birini 28 Şubat sürecinde vermiştir. Başörtüsü yasağı yıllarında, korkusuz ve tavizsiz bir çizgide ilerleyen gazetenin, dünden bugüne yaptıklarını ve yaşadıklarını, Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz ile konuştuk… Röportajımızı ilginize sunuyoruz…

87

28 Şubat sürecinde Yeni Asya nelere maruz kaldı ve nasıl bir tavır sergiledi?

O dönemde irtica gerekçesiyle dindarlara, cemaatlere yönelik saldırılar, hücumlar, yıpratmalar, soruşturmalar, davalar çoğalmıştı. Başörtüsü yasağının adım adım yaygınlaştırılmak istendiği bir süreçte biz yayınlarımızla buna karşı çıktık, kampanyalar yürüttük. Bu yayınlarımızdan dolayı, o zaman mevcut bulunan DGM’lerce gazetemizin çeşitli sayıları toplatıldı. Özellikle başörtüsü yasağını eleştiren yayınlarımızdan dolayı… İlerleyen süreçte DGM’lerde davalar açıldı, defalarca gidip savcılara ifade verdik, hâkimlerin önünde savunma yaptık.

Hemen hemen bütün yazarlarımız bu tecrübeyi yaşadı. En çok yoğunlaştığı dönem 17 Ağustos 1999 depremi sonrasıydı. Bu depremin manevî sebeplerini tahlil bağlamında, o dönemde yapılan haksızlıklarla bu musibetin bağlantısını vurgulayan yazılar yazdık. “İlahî ikaz” dedik. Bundan dolayı çok üzerimize geldiler. Nerdeyse bu konuda yazı yazan bütün arkadaşlarımızı topluca gözaltına alıp, düşündükleri şey her neyse, ona göre bir yıldırma operasyonuna tabi tuttular. Depremden sonraki Kocatepe Mevlidi’nde gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular da basına buna benzer konuşmalar yaptı. Bir de o dönem gazete olarak, mevlidde dağıtılmak üzere Risale-i Nur’daki deprem bahislerini derlemiş, “İlahî İkaz Deprem” başlığıyla küçük bir broşür olarak yayınlamıştık. Bu da haber konusu oldu. Buradan yola çıkarak gazeteciler mevlid günü sorular sordular Kutlular Ağabey’e. Kutlular cevaplarında, depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Üssü olduğunu, bunun tesadüf olamayacağını ve bizzat Kandilli Rasathanesi’nin bu açıklamayı yaptığını ifade etti. Sonra yer yerinden oynadı tabiî… Mevlid zaten başlı başına bir hedef olmuştu. Bu mesajlar da buna eklenince, manşetlerle seviyesiz saldırılar yapıldı bize.

Daha sonra bunun bir operasyonun bir parçası olduğu ortaya çıktı. DGM yine harekete geçti. O zamanki Ankara DGM savcısı Nuh Mete Yüksel soruşturma açtı. Hatta Kutlular Ağabey’i gözaltına almak için Ankara’dan İstanbul’a özel ekip gönderdi, elini çabuk tutarak bir operasyon gerçekleştirdi. Sonra dava açtı ve o davada Kutlular Ağabey 2 yıl 1 gün mahkûm oldu. Bu karar diğer kademelerden geçti, temyizden v.s. 20 veya 21 Mayıs 2001 tarihinde evinden alınarak hapse götürüldü. Bu süreçte, biz neşriyatımızla, DGM’lere ve bu soruşturmalara yasal dayanak olarak kullanılan Türk Ceza Kanunu’nun o zamanki 312. maddesine (sonra 216 olarak değişti) karşı çok çetin bir mücadele verdik. Daha evvel 163. madde vardı, dindarları ve başta Bediüzzaman olmak üzere Nur Talebelerini yıldırmak için kullanılan…

Tevafuktur ki bu madde ile de, 1990’da Kocatepe’de yaptığımız, fırtınalar kopartan ilk mevlidimizde, Kutlular Ağabey ve mevlid tertip heyetini oluşturan on arkadaşımız, on beş gün gözaltında tutuldu. Yine medyada bir linç kampanyası yürütüldü manşetlerle. O zaman 163. maddeden dava açılmıştı bize, ama bu tartışmaların ardından, bu madde mecliste yürürlükten kaldırıldı.

Bunda Yeni Asya’nın duruşu ve mücadelesi de etkili oldu değil mi? 

Tabiî ki. Bizim mücadelemizin cereyan ettiği o günlerde oldu bu gelişmeler. Ve 163. maddeden bize açılan davanın ilk duruşmasında, madde yürürlükten kalktığı için dava düşmüş oldu. Bu mânâda Yeni Asya’nın bu mücadelesi, Türkiye’nin demokrasi ayıplarından adım adım kurtulmasına vesile olan bir mücadeledir. Türkiye 312 (216) ayıbından kurtuldu, DGM’ler kademeli şekilde kaldırıldı. AB süreci de hızlanmıştı o zamanlar. Ve bu gelişmelerde Yeni Asya’nın mücadelesi çok etkili oldu.

Hatta şunu da söyleyeyim; Bizim o dönemde maruz kaldığımız baskılar, davalar, soruşturmalar AB’nin her yıl açıkladığı ilerleme raporlarına girdi. Biz bunu o zaman manşetlerimizle de duyurduk. Bununla da kalmadı, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın dünya geneli için her yıl yayınladığı İnsan Hakları Raporları’nda da yer aldı Yeni Asya’ya yapılan baskılar. Bütün dünyanın gündeminde yer tuttu. Onun için Yeni Asya’nın mücadelesi, başından beri, bir demokrasi, özgürlük ve hukuk mücadelesidir. 28 Şubat hadisesinde de bunun çok ilginç örneklerini yaşadık.

147

Mücadele noktasında diğer muhafazakâr gazeteler, yayın organları ne durumdaydı?

Başka mücadele edenler oldu tabiî, ama burada önemli olan bunun hukuk zemininde ve Risale-i Nur’un bize öğrettiği müsbet metodla olmasıydı. Meselâ provakatif bir dil kullanarak, sık sık hakarete varan bir dil kullanarak bu mücadeleyi verdiğini söyleyenler de oldu. Ama orada metod, üslup farklı olduğu için mücadeleye gölge düşürdü. Bazıları diyor ki, bize de davalar açıldı, fakat bu davaların çoğu hakaret davasıydı. Biz kimseye hakaret etmeden, Hakk’ın müdafaası ve haksızlıklara karşı mağdurların savunulması adına Risale-i Nur’un üslubuna uygun şekilde mücadelemizi verdik. Bizim farkımız bu.

Peki, Kutlular Ağabey’in mahkûmiyeti sürecinde neler yaşandı? Onun duruşu, teslimiyeti, kahramanlığı hakkında ne söylersiniz?

Bu kararın kesinleştiği haberi duyulduğunda, kendisi Avustralya’daydı. Oradaki Nur Vakfı’ndaki arkadaşlarımızın daveti üzerine gitmişti. Hatta zannediyorum birileri, “Bu tarz şeyler oldu, artık dönmez” şeklinde düşünürken “Ben cezamı şerefimle taşırım, sözlerimin arkasındayım” dedi ve gelip hapse girdi. Hapis cezasının tamamını yatmadı ama… Çünkü bizim mücadelemizle o maddede (312/216) yapılan değişiklikler neticesinde, o cezanın dayandığı yasal zemin zayıfladı. Ve süresini tamamlamadan bir Kurban Bayramı arefesinde tahliye edildi. Verdiğimiz mücadeleyle mahkûmiyet süresinin azaltılmasına vesile olduk ve 276 gün yattıktan sonra beraat etti.

105

Diğer yazarlarımıza ne oldu peki? Yargılanmaları devam etti mi?

Çoğumuza hapis cezası verdiler, ama 2 yılın altında cezalardı ve bunların uygulanması ertelendi. Daha sonra yasa değişiklikleriyle, bunlar iade-i muhakeme yoluyla davalar tekrar görüldü. Ve bu cezalar hep düştü. Ama şunu da söyleyeyim. 1990 yılında çıkan gazetemizde yayınlanan “Siyasi Deprem Kapıda” yazısından dolayı gazetemiz hakkında hem toplatma kararı verildi, hem 1 ay kapatma cezası verildi ve bu uygulandı. Daha sonra bu yasa değişikliklerinden sonra dava tekrar görüldü ve beraat edildik. Fakat biz 1 ay kapatıldığımızla kaldık. 12 Eylül dolayısıyla da çok kapatılmalar yaşadık. 12 Eylül davasına müdahil olduk hatta. Ama bu dava da malûm Evren’in ve Tahsin Kaya’nın ölmesi neticesiyle düştü. Maddî-manevî ciddi kayıplara uğratıldık o dönemlerde. Ve bunlar hâlâ tazmin edilmiş değil.

28 Şubat ile ilgili “Postmodern Darbe” diye bir kitabınız vardı. O dönemle ilgili başka çalışmalarınız oldu mu?

O dönemdeki yazılarımdan derlediğim dört kitabım var: “Balans Ayarı”, “Kumandalı Siyaset”, “Zulüm Devam Etmez”, “Postmodern Darbe”. Ayrıca, “Bu Bayrak İnmez” adlı kitabım da Yeni Asya’nın başına gelen hadiselerin değerlendirildiği yazılardan oluşan bir kitap. Bu kitaplar o dönemin ürünleri oldu.

Bu konularda eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Temennimiz; Türkiye’nin demokrasi ve hukuk alanında bu tarz ayıpları yaşayan bir ülke olmaktan çıkması ve hakikaten sağlıklı bir demokrasi sürecine girerek, insanların kendini güven içinde hissedebildiği, kimsenin tehdit, iç düşman olarak görülmediği günlere erişebilmesi… Biz başından beri hep bunun mücadelesini vererek, Risale-i Nur fikriyatını seslendirme misyonuyla yola çıkan bir gazete kimliği sergiledik. 12 Eylül’e de karşı çıktık, 28 Şubat’ta da mücadelemizi verdik. Ama dediğim gibi hukuk zemininde ve meşru, müsbet hareket prensibine harfiyen uyarak, yapıcı bir üslupla bu mücadeleyi verdik. Kurumları ve kişileri hedef almadan, prensipler bazında bir mücadele yürüttük.

Hukuka güvendik ve hukuk mücadelemizi iç hukuk yollarında zaman zaman kaybetmiş olsak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazandık. Bu konuya da değinmek lâzım. Ki Kutlular Ağabey’in ve diğer bazı yazarlarımızın davalarıyla ilgili kararlar da AİHM’de bozulmuştu. İfade özgürlüğünün ihlali olarak görülmüştü o hükümler. Benim de o dönem 28 Şubat generallerinden birisi hakkında yazdığım yazı sebebiyle hakkımda tazminat davası açıldı. Mahkûm oldum. Tazminatı ödedikten sonra davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdük. Orada da biz haklı görüldük ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dostane çözüm teklif edildi. Hükümet de bunu kabul etti ve ödediğimiz tazminatı geri aldık. Biz hukuka olan inancımızı, güvenimizi her zaman koruduk ve çok şükür mahçup da olmadık. Günümüzde de yargıyla çok oynanıyor, bazı yargı kademeleri siyasallaştırılıyor, fakat bu süreçte de hukukun ve vicdanın galebe çalacağına inanıyoruz. İnşallah gerçek anlamda işleyen bir hukukla Türkiye düze çıkacak, bu sıkıntılardan kurtulacak diye ümit ediyoruz.

120

Bir de, 28 Şubat dolayısıyla başörtüsü konusunda gelinen nokta ile ilgili görüşlerinizi alsak?

Başörtüsü yasağı uzun gecikmelerden sonra yasak olma boyutuyla gündemden kalktı. Bizim hep başından beri arzu ettiğimiz şeydi. Yalnız şimdi karşı karşıya olunan önemli sıkıntılardan bir tanesi, başörtüsünün taşıması gereken anlamdan uzaklaşmaya başladığını gösteren bir yaşayış tarzının yaygınlaşmaya başlaması. Tesettür başörtüsünden ibaret değil. Başörtüsünden ziyade, tesettürü belki bir bütün olarak gündeme taşımak ve anlamına uygun şekilde hayata geçirme meselesini ciddi mânâda ele almak lâzım. Orada ciddi bir yozlaşma var. Bunun yanında özgürlükleri, demokrasiyi belli başlıkları da hapsetmek doğru değil. Başörtüsü yasağını kaldırmak doğru bir şey, ama şu veya bu sebeple tesettüre giremeyen insanlarda, “Bize de zorla mı örttürecekler” gibi bir duygunun oluşmasına da sebebiyet vermemek lâzım. Demokrasi, herkesin özgür tercihiyle yapabildiği ve yaşayabildiği bir rejimdir.

 

Fotoğraflar: Murat Sayan

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*