Çok görürler de bandrol vermezler

Çağımız görüntü ve yorumlama çağı. Riya ve rüya çağı. Kendini beğenme ve beğendirme çağı. 20. Asr’ın ikinci çeyreğinde Bediüzzaman, Risale-i Nur ile çağın hastalıklarını iyileştirecek, genel kabul görmüş kanaatleri ters yüz edecek ihya ve imar hareketini başlattı.

Barla gibi kuş uçmaz, kervan geçmez bir köyde, çağın dayatmalarının uzağında, kendi kalbi üzerinden insanın kalbini, insanlığın kabrini okudu. İmanî ve insanî bir dille kaleme aldığı eserlerle yepyeni bir medeniyet anlayışı ortaya koydu. Şüphesiz ki, bu tasavvurun en önemli unsuru ihlâs ve iktisat ile yaşama, kendi kendine yetme uğraşıydı. Bu anlayış onu dünyaya meyletmekten, dini dünyaya alet etmekten, kendini beğenmekten ve beğendirmekten alıkoydu.

Risaleler insanı merkeze alan diliyle görüşlerin, düşüncelerin, medeniyetlerin, milletlerin damarlarına öyle bir sinerji verdi ki, 90 yılın sonunda Asr-ı Saadet’ten sonra ilk kez bu kadar ‘Nur’landı dünya. 170 ülkede milyonlarca insan imana geldi. İki dünya saadetini temin edecek hakikatleri kendine rehber edindi. Dünyadan, böyle cenneti hatırlatan haberler gelirken, 2010 yılından itibaren Türkiye’de yavaş yavaş Risale’nin ruhunu incitecek, nurunu gizleyecek, hakikati küstürecek olaylar yaşanmaya başladı. Ülkenin en önemli manevî kurucu unsuru olan Risaleler, dünyaya, siyasete, ticarete, hatta diyanete alet edilir hâle geldi. Seçim meydanları Risale ve Bediüzzaman afiş ve sloganlarıyla süslendi. Siyasetçilerin seçim dönemiyle sınırlı ilgisiyle politize edildi. İşte o günlerde Risalelerin, sadece Diyanet’in (devletin) uygun göreceği yayınevleri tarafından yayımlanmasının önünü açacak bandrol yasağı gündeme geldi.

Mevlânâ ve Bediüzzaman ruhunun çekilmesi

Siyaset dünyasında yaşanan kutuplaşmalara bandrol sürecince bir yenisi daha eklendi. Bandrolü kimimiz destekledik, kimimiz eleştirdik. Bu durum Hâkimler Hâkimi Rabbimizin ağrına gitti. “Çok görünme Risale; sonra çok görürler” diyerek Risaleyi hayatımızdan çekti. Gerçekten de bu kadar diller kirlendikten, kalbler kinlendikten sonra, Rabbimizin rahmetini çekmek mümkün değildi. 666 gün Risale basılamadı. Artan nüfusa rağmen Risale satışları yaklaşık % 80 düştü. Kuvve-i manevîye sarsıldı. İhlâs ve uhuvvet prensipleri zarar gördü.

1950’li yılların sonunda Bediüzzaman, Mevlânâ’nın kabrini ziyaret etmişti. Âlem-i İslam’a vurulan darbeleri ilk önce kendi ruhunda hisseden Üstad, “Aman ya Rabbi! Aman ya Rabbi! Kabrimin böyle olmasını istemem! Mevlânâ’nın ruhaniyeti burada yoktur.” diyerek üzüntüsünü dile getirmişti.

2010 yılından bu yana ülkemizde Risalenin kırmızı çizgileri olan ihlâs, uhuvvet, adalet, şefkat ve hakikat gibi duygular ihlâl ve suistimal ediliyor. Kul rızası, siyaset arkadaşlığı, güç, şiddet, yalan, iftira kol geziyor. Mal ve can güvenliği kayboluyor. Elbette böyle bir durumda Mevlana ruhu gibi Risale ruhu da geri çekilecekti. Bandrol yasağı sadece bir sebepti…

Bir genç bandrol yüzünden kabre imansız gittiyse…

Bütün bunlara sessiz kalan Diyanet’e Üstad da kırılmış olmalı ki, 2 yıl geçtiği halde külliyatı ne kendileri basabildiler, ne de basılmasına izin verdiler. Eğer Diyanet yetkilileri Risale’deki usul, üslup ve esas doğrultusunda başta devlet adamları olmak üzere hepimize Risale’nin nuranî çizgilerini hatırlatsaydı, bugün bunları konuşuyor olmazdık. Şimdi soru şu: Bir genç verilmeyen bandrol yüzünden kabre imansız gittiyse bunun hesabını kim verecek?

Savrulmaların yaşandığı böyle bir günde yaraları saran, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan Risale derde devaydı. Maalesef bandrol yasağı ile bırakın deva olmak, Nur Talebeleri’nin bile psikolojisi bozuldu. Güven ortamı yıkıldı. Hâlbuki milyonlarca insan ab-ı hayat gibi Risale-i Nur’a muhtaçtı. Karanlık gönüller Risalelerin kandilleri ile aydınlanacaktı.

Risale candı; can çekildi, sokaklar kanlandı

Kırmızı kaplı Risale ülkenin damarlarında dolaşan kandı. İnsanımızı hayatta tutuyordu. Bandrol yasağıyla damarlar boşaldı. Yerine kin, nefret ve öfkeyle kirlenen kan dolmaya başladı. Ülke kan gölüne döndü. Eksiğiyle-fazlasıyla Risaleler okutulan okullar, dershaneler, yurtlar, vakıflar, yayınevleri, TV’ler, radyolar kapatıldı. Gazeteciler, yazarlar, din adamları terörist ilan edilerek hapse atıldı. Adi suçlar arttı. Şehirler savaş meydanına döndü. İhlâs gidince IŞİD, uhuvvet gidince PKK/PYD geldi. Yüzlerce şehit verildi. Binlerce aldatılmış genç güvenlik kuvvetleriyle girdikleri çatışmalarda vefat etti. Yüzlerce insan canlı bombaların hedefi oldu. Risale-i Nur’lar candı. Nur’lar gitti, kan geldi.

Artık Risale konuşulmayacak, Risale konuşacak

Şimdi kendimizi yeniden sigaya çekmenin zamanı. Buluşma noktamız Risale’dir. Şimdi Barla ruhunu yeniden inşa etme zamanı. Nasıl ki Mekke’ye mü’min olmayanlar giremiyorsa, Barla ruhuna da mü’min olmayan hallerin girmesine fırsat verilmemeli. Risalelerin neşrine tekrar izin verilmesi yangını söndürme yönünde önemli bir adım. Artık Risale konuşulmayacak, Risale konuşacak. Bizler de tekrar Risale rahlesinde kucaklaşacağız, saff-ı evvel kardeşliğini dünyaya ilan edeceğiz.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*