Ömür, yaşamak ya da tamamlamak zorunda olduğumuz bir zaman dilimi değildir.
Emanettir… Ömür sermayesiyle her şeyi alabilirsiniz amma, ömrün kendisini asla satın alamazsınız. Bırakın onu, ne bir günü, ne bir saati, ne de bir ânı bile satın alamazsınız. İşte, o kadar değerlidir ömür. İşte, onun için değerlidir ömür.
Para verip almadığımız için, karşılığında bir şey ödemediğimiz için olsa gerek, kolayca tüketiyoruz onu. Ömür bize verilen en değerli nimettir. Ama o nimet bizim değil, verenindir. O’na aittir, emanettir. Bunun için kurslar açsak, dersler yapsak, billboardlara yazsak, ikaz etsek insanları ne güzel olur.
Başka şeylere vakit var, ama ince şeyleri düşünmeye nedense yok. Oysa bir çocuğun tebessümü bir anda değiştiriveriyor dünyamızı. Trafikte o sıkışıklık içerisinde bir camdan bir cama gülümsese birisi, hayat değişiveriyor bir anda.
Ne güzel der Kemal Sayar:
“Dikkatimizi neye verirsek, hayatımızda o yankılanır. Dikkatlerimiz iyilik ve güzellikle şifa bulsun.”
Biri yol verse diğerine, iyiliğin damarları kabarıveriyor hemen. Hayat bir ayna gibi adeta. İçimizde iyiliğin komşu olduğu müddetçe her an patlamaya hazırdır. Yataktan kalktığımızda pencereyi açıp gökyüzüne el sallasak ne güzel olacak… Konu komşuya, kurda kuşa selâm versek, kimseler almasa da selâm versek ne güzel olacak.
Derdimiz varmış. Aman boş ver… Dertsiz insan mı var? Hem otursak şöyle bir masada da, baş başa kalsak kendimizle. Kendimizi misafir etsek Allah’ın bir gününe. Kolay değil, değil mi kendimizi misafir etmek kendimize…
Çağrıldığı yere gitse insan, çocukluğun çağrıldığı yere… Belki de o yerde başlayacak hayata yeniden. “Ah, ne günlerdi o günler” demeye gerek yok. Her gün geçtikten sonra aynı şey söylenecek nasıl olsa. Allah yardımcımız olsun… Sonbaharı, hayatı, yaşadıklarımızı sevmek gerekiyor. Kalbimiz güp güp atıyor.
Bize ait olan bir şey kaybolduğunda, bizden de bir parça kopuyor âdeta. Kalemimiz, silgimiz, saatimiz, gözlüğümüz, çorabımız, her ne ise, kaybolanın peşini bırakmıyoruz. Haldır huldur arıyoruz. “Bir tutam eşya. Amaaan, unut gitsin!” diyemiyoruz.
Elimizden çıkan bir eşya için üzüldüğümüz kadar, ömrümüzden kayıp giden bir gün için de üzülüyor muyuz acaba? Bir küçük eşyasının kayboluşundan üzüntü duyan bir ruh, bir kalp, geçip giden bir gün ve bir ömür için de bir şeyler hissetmeliydi değil mi? Bu sızıyı hissetmez mi olduk acaba? Alıştık mı yoksa hayata? Günlerin geçişine ard arda…
Alıştık mı yoksa hayata? Oysa… Geçen, günler değil, ömrümüzdür. Ömrümüz ki, biricik sermayemizdir. Ahh! Nelere üzülür insanoğlu kim bilir, nelere… Say ki, bitmez. Beş paraya değmez nelere kederlenir de, akıp giden ömrüne hiç üzülmez mi? Yanmaz mı insan, ömrünün bir mum gibi gözü önünde eriyip gidişine? Oturup ağlamaz mı, ömrün eşiklerinde? Geçip gidişine günlerin…
Kim kime demiş olursa olsun, “canım kardeşim” dedi mi insan birine, sanki o söz size ait oluyor. Bir tebessüm hepimiz için sanki. Bu rüzgâr, bu güneş, bu gökler hepimiz için olduğu gibi. Aman, dikkat edelim, hayatı kaybetmeyelim. Kaybedilen şeyleri bulmak zor artık. Allah’a (cc) olan sevginin, Rasulullah’a (asm) olan muhabbetin kokusuyla uyanmayı nasip etsin Rabbimiz.
Son sözümüz bu güzel niyetlerin içinde saklı olsun. Şahadet olsun. Ama ne olur ince şeyleri düşünmeye de vaktimiz olsun. Günler birbirinin peşi sıra geliyor diye, yarın da gelecek zannetmeyelim. Kaybettiğimiz günlerin eksik kusuru var ise, beyaz kâğıttaki siyah noktaları temizler gibi tövbeyle temizleyelim. Bakın o zaman kaybettiğimiz günler belki de o kadar üzmeyecek bizi. O zaman doruklar birbirine kavuşacak. Belki de gökyüzünün mavi çatısı bizi kucaklayacak. Ruhumuz engin maviliklere doğru kanat çırpacak.
Şaban Apak’ın şu dizeleri ne güzeldir:
“Mendil kadar toprağım olsa dünyada,
Bir ağaç dikip de şöyle yaslansam.
Dalından bir kazma sapı yapsam, bir de ok.
Tabutunu kendi çakmış bahtiyar olsam…”
Gözümüz martılarda ve semada,
Ayağımız toprakta.
İşte bizim maceramız,
Kaybettiklerine ağlayan bir çift nemli göz…
Geç kalmış sayılmazsın.
Henüz geç değil zamanı.
Sen de sevebilirsin
Seni sevip yaradanı…
Selim Gündüzalp
İlk yorumu siz yazın