Yazmak açlığı

Bitirmediğim sayfalar var. Birbirine dolanmış açılmayı bekleyen kelimeler yumağı. İçimde ise sadece yazma isteği ve hissi. Bilgi ve mânâ ‘kaldırımlarda gece’. Naz yapmıyor, ama kaçıyor. ‘Yolumu bekleyen genç haydi düş peşime’ diyor.

Bilmediğim bir şeyi aslında biliyor olabilir miyim? Hangi adımım ya da tavrım o düğümü açacak? Kimle, nerde, ne zaman tetiklenecek? Hangi yazıyı okuduğumda çözülecek? Kocaman bir kalp ve azıcık bilgi. Kocaman bir beyin ve onu sulayamayan küçücük bir kalp. Avam kim, kim âlim? Neyden ne kadar bilmem gerekiyor?

Akıldan ve kalpten herkese bir miktar dağıtıldı, ama irfan herkese nasip olmadı. Açlık, yiyecek bir şeylerin var olmasının kuvvetli bir deliliydi. Ahireti böyle daha güzel anlayabilmiş, daha bir ikna olmuştun. Ne güzel de hissetmiştin. Ölüme neden inanmadığını da anlamıştın. Ölümü unutarak yaşamak da ayrı bir nimetti. Lakin sen sonsuza açtın. Fânî bir hayatta sonsuza açılmaktaydın. Buna cüret etme izni sana verildiği için yaratıldın.

Peki yazmak açlığı, isteği neyin kuvvetli bir delili olabilir? Yazan insan, yapan insan mıdır? Arıya bal yaptıran ilham ve araç, insanda zekâya tekabül ediyorsa, bir filmin final sahnesinde rol yapar gibi, “Başardım, ben yaptım!” diyen insan mı yapmıştır, yoksa kendiyle alâkalı çok bir iddiası olmayan arı mı?

Başarsan da başarmasan da bütün hayatının final sahneleriyle dolu olduğunu sana söyleselerdi ne hissederdin? Ne zaman öleceğini bilmiyorsun çünkü. Aslında kendine bakabilseydin etkilendiğin en güzel filim sen olacaktın belki. Kendi başına bir şifresin aslında. Ya da şifrelisin. Unuttuğun bir şey var içinde. Yardım alabilirsin belki, ama sadece senin çözebileceğin şekilde ayarlanmış.

Çoğu zaman unuttuğun bir şeyi, hatırlamaya çalışmaktan vazgeçtiğinde hatırlarsın. Olmayacak sandığın bir işi tam bırakırken, her şeyin bir anda yoluna girmesi gibi… Ya da bilindik verilerle bilinmeyen bir sonuca ulaştığın an. İşte o bir an, o bir lahza. Onun peşindeyiz.

O anlar çok önemlidir hayatta. Bütün anlar o bir anda anlam kazanır, ete kemiğe bürünür. Ama onu anlatamazsın. Büyük bir keşiftir. Kimse bunu bilmez, kelimelere bile dökemezsin. Saklı bir hazine gibi sadece bilenin bildiği bir sırdır. Sonra bir yerde okursun. Aynısını hissetmiştim dersin. O yazıyı bu yüzden seversin. Demek ki yalnız değilim. Ama ben sana söyleyeyim, hâlâ yalnızsın. Hâlâ teksin. Senden bir tane var. Onu yazan biraz daha farklı görüyor meseleyi. Daha farklı hissediyor.

Yazmaktaki sır biraz daha aralanır. Yazarken bazen başkası olursun. Yazmayı tavsiye eder büyükler. Kalemle yazın derler hatta. Sonra bilgisayara aktarırsın. Düzenlemeler yapar zamandan kazanırsın. Kazanır mısın? Aslında ‘zamandan kazanmak’ ne büyük yanılgı!

Başkasını anlamak mı istiyorsun? Yazmayı dene. İçeri yaptığın yolculuk sana dışarıyı da anlatır. Bir insan gücünde düşünürken, on insan gücünde yazarsın.

Yazarken çoğaldın. Yazarken buldun. Zaman çizgisi değişti. Aynı anda bir kaç yerde oldun. Sonuç sebepten önce geldi. Zamanda istediğin yere gidebildin. İstediğin gibi şekillendirdin. Sanki zamanın sahibi oldun. O hâlde ebediyete bağlandın.Yazmak bir iddia belki evet. Benliği sıfırlama yolunda hem destek hem köstek. Nefis aczini kabul edip Rabbine yönelmeyi tercih etse de yönetimde bir koltuk sevdası hep var. Kendini ancak sıfırladığında muazzam mutlak sonsuz bir kuvvetin muhatabı oluyorsun. Bu bir sır. Bir keşif. Haydi, herkese anlatalım! Zaten herkese anlatamadığın için yazıyorsun. Herkese anlatamadığını herkese anlatmaya çalışıyorsun.

Ne yaparsan yap ne kadar çalışırsan çalış, istersen tırnaklarınla kazıyarak geldiğin o yerde tırnaksız kal, bir şey yapmıyor, sadece seçiyorsun. Veren de O, Yaratan da O, Nasip eden de O. Sana tırnağı da, kazıyacağın yeri de veren O. Cevad-ı Mutlak ismine bakan duayı yaptın. Çalıştın çabaladın. Bu yüzden sonuç aldın. Yine de murad etmeseydi zırnık alamazdın. Günahların ve sevapların da böyle. Niyetin var sadece. Meylin var. Bu kadar kolayken aslında o kadar da zor insan olmak, yani bir abd-i küllî olmak. Aslında her anın mucize. Ama perdeli mucize. Sen daha düşünürken yaratılıyor.

Sana ait her bir zerrenin an be an yaratıldığını hissedebilseydin, ‘neredesin’ dediklerinde ne derdin? Madem her şey an be an yaratılıyor, düşünme eylemi de yaratılıyor. Peki, madem ikinci durağımızda, zamansız uykumuzdan uyanıp hesap vereceğiz, düşünmenin evvelinde ne var? O eylem bu uzay-zamana mı ait? Yoksa?

Niyetinde yapacağın bir ayar hayatını değiştirecek. Sıfırlanmayı anladığında ‘kâinata meydan okuyan’ kuvvetle tanışacaksın. Risale-i Nur sohbetinden çıkanlar evlerine niye uçarak gidiyor anlayacaksın. Sohbet-i Canan deyip anlatacak, vuslat deyip susacaksın.

Burnunun direğini sızlatan dile getiremediğin bir bilgi bir his, yazınca verecek kendini sana. Anlatamasan da sen anlayacaksın. Sadece konuştuğun kadar değil sustuğun kadar da olduğunu anlayacaksın. Kişiliğin sadece yaptıklarından değil yapmadıklarından da oluşuyor bileceksin. Mizanda belki seni en çok yoracak olan sustukların ve yapmadıkların olacak. Susmasaydın ya da yapsaydın istediğin sonuç ‘şıp’ diye yaratılacaktı belki.

Yere çarpan yağmur damlalarının sesini neden sevdiğini sanıyordun?

Bahsettiğim o an o bir lahza gelip geçti mi yoksa? Şifre açıldı mı? Bu yazı, o yazı mı? Yazının bir yerinde yakaladık sanki o anı…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*