BAŞINI KALDIR, ŞU KÂİNATA BİR BAK!

Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş… Kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak.

Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.

Şualar, s. 101, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2000

***

Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitâb-ı kebîrine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmûası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuh ile hâtem-i Vahdet okunuyor. Çünkü, şu mevcudât bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczâları ve efradları gibi bel bele verip, birbirine karşı muâvenet elini uzatıp, birbirinin suâl-i hâcetine, “Lebbeyk, başüstüne!” derler, el ele verip bir intizam ile çalışırlar, başbaşa verip zevi’l-hayata hizmet ederler, omuz omuza verip, bir gàyeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîme itaat ederler.

Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebâtâtın, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde ve hayvanların zayıf, şerif insanların imdadına koşmalarında, hattâ mevadd-ı gıdâiyenin latîf, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında, tâ zerrât-ı taâmiyenin hüceyrât-ı beden imdâdına geçmelerinde câri olan bir düstur-u teâvünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, gayet Kerîm birtek Mürebbî’nin kuvvetiyle, gayet Hakîm birtek Müdebbir’in emriyle hareket ediyorlar.

Sözler, s. 272, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2000 

***

Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi de mütebessim, her tarafa gülüyor, nâzeninâne niyaz ve âvâz.

Görmez misin: Gözümüz arı-misâl olmuştur, her tarafa uçuyor. Kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler. Her çiçek de veriyor ona bir âb-ı leziz.

Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır getirir, şehd-i şehâdet yapar. Balda bir bal akıtır o esrarengiz şehbâz.

Harekât-ı ecrâma, ya nücûm ya şümûsa nazarımız kondukça, ellerine verirler Hàlık’ın hikmetini, hem mâye-i ibreti. Hem cilve-i rahmeti alır, ediyor pervâz.

Güyâ şu güneş bizlerle konuşuyor. Der: “Ey kardeşlerimiz! Tevahhuşla sıkılmayınız. Ehlen sehlen, merhaba, hoş teşrif ettiniz. Menzil sizin; ben bir mumdâr-ı şehnâz.

“Ben de sizin gibiyim; fakat sâfî, isyansız, mutî bir hizmetkârım. O Zât-ı Ehad-i Samed ki, mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pürnur etmiş. Benden hararet, ziyâ; sizden namaz ve niyaz.”

Yahu, bakın kamere. Yıldızlarla denizler, herbiri de kendine mahsus birer lisânla, “Ehlen sehlen, merhaba,” derler. “Hoş geldiniz, bizi tanımaz mısınız?”

Sırr-ı teâvünle bak, remz-i nizamla dinle. Herbirisi söylüyor: “Biz de birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelâlin birer âyinedarıyız. Hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.

Sözler, s. 682, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2000

Bediüzzaman Said Nursî

 

LÜGATÇE:

fa’al: çok işleyen, daima harekette bulunan.

Müdebbir-i Hakîm: hikmetli iş gören, her şeyi hikmet ve tedbirle sevk ü idare eden, yapan; Cenab-ı Hakk.

kitâb-ı kebir: büyük kitap.

heyet-i mecmua: bir şeyin teferruatına ve cüzlerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.

hâtem-i Vahdet: Allah’ın bir oluşunun mührü.

zerrât-ı taâmiye: yemek zerreleri.

nücûm: yıldızlar.

şümûs: güneşler.

Avatar photo
Bediüzzaman Said Nursî hakkında 104 makale
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*