Türkiye’de yaşanan son gelişmeleri ve darbelerle mücadele etmenin formüllerini paylaşan İnsan Hakları Aktivisti Doktor Ömer Faruk Gergerlioğlu,
“Demokrat bir şekilde tüm darbelere karşı çıkmadıkça iflah olamayız” dedi.
Türkiye’de şuan neler oluyor hocam? Yeni anayasa görüşmeleri, OHAL, ihraçlar, Meclise yakışmayacak hareketlerde bulunan vekiller. Neyin rövanşı tüm bunlar? Gençlerin kafası bir hayli karışık…
Artık kriter, güç sahibi olmak maalesef. Hukuk devleti yok ortada. Güç sahibi olmak en büyük erdem. Gücünün elinden alındığını düşünen, rövanş alma peşinde. Güç sahibinin bağlıları güç sahibine dalkavukluk etmekle meşgul, meclisteki görüntülerin başka anlamı yok. Pervasızca gizli oy yerine açık oy kullanan vekil görüntüsü milletin değil, liderin vekili olunduğunu göstermekten başka neye yarıyor ki? Yeni anayasa görüşmeleri gücün tek elde toplanmasına bir başka örnek. Demokrasiye aykırı bir şekilde güç, tek elde toplanmak isteniyor. Aslında en çok dindarlar gücün tek elde toplanmasına karşı çıkmalıdır. Yegâne tek güç sahibi olan Allah’tır. İnsanlar işlerini yardımlaşma, istişare usullerine göre yapmalıdır. Abbasiler yıllarca gücün hâkimiyetini tesis eden Emeviler’i yendiklerinde “hakkın hâkimiyeti” bilinci kendilerinde olmadığı için Emevi sultanlarının mezarlarını kazıp, kemiklerini öfkeyle yaktılar. Rövanş almak her zaman adil olan değildir, adaleti umursamadan rövanş aldığınızı düşünüyorsanız başka bir zulmü başlatmışsınızdır.
28 Şubat’ın mağdurlarının çoğu yıllar sonra haklarına geri kavuştu. O zamanın mağdurlarının ‘şimdinin mağdur edeni’ olduğu iddia ediliyor. Bu hususta neler söylersiniz?
Her zaman imtihan edilirsiniz, ama asıl imtihan güç sahibi olduğunuz zaman olur. Güçsüz olduğunuz zaman “herkese adalet” sloganı atmanız kolaydır, mesele güç sahibi olduğunuzda farklı olana karşı demokrat olabilmenizdir. 28 Şubat’ın mağdurunun şimdi güçsüze, azınlığa haksızlık yapması tüm zamanların adalet isteyeni için büyük eksikliktir. Bu durum, zulmeden güç sahibi için mazerettir. “Ezilmemek için ezeceksin” sözüne meşruiyet kazandırmaktır. Yaptığı haksızlığa dinî bir kılıf bulmak çok tehlikelidir. Şimdi güç sahipleri hem bunu yapıyor, hem de tabana güç sahibi olmak için dinî görünümlü fanatik taraftar yaklaşımı öğütlüyorlar. Siyasal İslâm, İslâm’ı baltalıyor artık. Siyasal İslâm’ın yaptığı, artık insanları dinden soğutuyor, uzaklaştırıyor, ateist oranı son yıllarda artıyor. Bu çok büyük bir vebaldir.
Sizce 15 Temmuz da bir gün aydınlığa kavuşur mu? O geceye ait karanlık saatler, onlarca soru işareti ve binlerce mağdur var.
15 Temmuz çok karanlık bir gün aslında. O güne dair aydınlatılmamış çok nokta var. Bir gün bu noktalar aydınlatılacak, ancak bu kısa bir sürede olmayacak. Muammanın çözülmesi gerekiyor. O gece için aydınlatılamayan noktaları aydınlatacak olanlar topu taca atıyor. Manipüle edilen halk üzerinden gitmek çok zor değil. Darbeye karşı çıkmak demek, hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak demektir. Darbeye karşı çıkılıp hukukun üstünlüğünü baltalayacak hareketlerde bulunmak maalesef meselenin demokrasi olmadığını gösterir. Kriter demokrasi olsa insanlar sürekli bir ilkelilik içinde bulunur.
Bizim mücadelemizle ufuklar aydınlanacak
‘Barış’ kelimesini en çok kullanan isimlerden birisi olan siz ‘terör propagandası’ yapmakla suçlandınız. ‘Analar ağlamasın’ dediğiniz için başınıza bazı şeyler geldi. Bu sahnelere şahit olup karamsarlığa bürünen gençler var. Siz umudunuzu nasıl canlı tutuyorsunuz?
Verdiğimiz barış mesajının nasıl bir suç haline getirildiğini gördünüz. Savaş konsepti uygulanan bir yerde barıştan bahsetmeniz suç artık. Bu başka bir ülkede olsa büyük bir skandaldır, ama bizim ülkemizde maalesef şu an kanıksanmış durumdadır. Çatışmayı seçmişseniz, barışı gündem eden sizin için tehlikelidir, muhaliftir. Umutsuzluğa düşmeye hakkımız yok. Bu topraklardaki hakkı, adaleti inşa edecek olanların sürekli ümitvar olması gerekir, yoksa bu girdabın içine yuvarlanırsınız. Umudumuzu canlı tutmak zorundayız, çünkü gücün kriterlerine boyanmak asıl tehlikeli olanıdır. Bu böyle gitmez, bir gün insanlar çatışmayla, ölümle, dinî argümanları güç savaşı için kullanmayla bir yere varılmadığını görecekler. Umudumuzu en zor koşullarda canlı tutmak zorundayız. Ufuk, çok karanlık olabilir, ama bir gün aydınlığa dönecektir ve bu bizim mücadelemizle olacaktır.
Bir ‘insan hakları savunucusu’ ve ‘barış aktivisti’ olarak bu iki kavramı bize nasıl anlatırsınız? Siyasîlerin ve devlet büyüklerinin nefret söylemleriyle büyümüş bir nesil bu kavramlara bir hayli yabancı…
Evet, toplumumuzun yetiştirilişi insan hakları ve barış kavramlarını anlamaya ayarlı değil. Yüzyıllar boyu mücadele verilerek bir yere varmış insan hakları kavramı, bizim toplumumuzda anlaşılamıyor. Çünkü yüzyıllarca toplumumuzda boyun eğdiren ve eğen ilişkisi olmuş. Hakkı sorgulama ve ikame etme hevesi fazla olmamış. Güç sahibi korkutarak, güçsüz olan da eline geçen kendi hakkıyla yetinmiş. Güçsüz olan kendi hakkını aldıktan sonra uzun süreli bir hak ikamesi peşinde olmamış, günlük çareler, devalar yaralara merhem sanılmış. İnsan hakları mücadelesi, güçsüzün adaleti kriter haline getirebilmesi, güçlünün de bunu kabul etmesi şeklinde seyretseydi bugün toplumumuz insan hakları kavramını daha iyi anlar ve ona sahip çıkardı. Ancak dışarıdan gelen bir kavram olarak görüyor ve aslında yapması gerekeni yapmadığı halde yapanı suçluyor. İnsan hakları kavramı günümüzde şeytanlaştırılan bir kavram, Ortadoğu’nun, İslâm âleminin durumuna baktığınızda “insan ihtiyacı olanı ancak bu kadar şeytanlaştırma gafletinde bulunur” dersiniz.
Barış da böyle, sanki aslolan savaştır gibi öğretilmiş, aslında aslolan barıştır. Mesele, savaşmadan barışı tesis etmek, adaleti ve özgürlüğü esas alarak barışı sağlamaktır. Gençler bunların bizim aslî kavramlarımız olduğunu bilmeli en başta. Dünyada bu kavramlar istismar edilse de sonunda herkesin dönüp dolaşıp üstün değer kabul edeceği kavramlardır bunlar. Barış tüm dinlerin ortak değeridir, barış hayattır. Barışa talip olmamak ölüme, zulme talip olmaktır aslında. İnsan hakları ve barış diyenlere yapılan kötülüklere bakıp umutsuzluğa kapılmamak lazım.
Aslında bu tarih boyunca böyle oldu. Peygamberlerin %90’ı başarısız oldu, toplumlarını terk etti, o toplumların çoğu ilahî azaba uğradı. Peygambere uyan da sonra nefsinin, iktidarının peşine düştü. Şu an inandığımız gibi yaşamadığımız, yaşadığımız gibi inanmamızdan dolayı ilahî azabın tecellisi daha da dibe vurmamız şeklinde seyrediyor sanırım. Savaşlardan çatışmalardan kurtulamıyoruz. Meleklerin Allahu Tealaya insanın yaratılışı için, “yeryüzünde kan dökecek, ifsad edecek birisini mi yaratacaksın?” diye sorması boşuna değilmiş, insanoğlu hakikaten aslîyetini bozarak üstünlük elde etmek, büyüklenmek için barışı bozmaya çok eğilimli. Kabil bunun ilk örneği değil mi?
Darbeyi yaşamadan demokrasinin
kıymetini bilmek lâzım
Türkiye’de demokrasi geleneği var mı hocam? Türkiye’nin darbeler tarihini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de maalesef demokrasi geleneği olmadı. Zaten demokrasiyi hazmedecek ve hak edecek bir süreç yaşamadan demokrasiyle tanışan bir toplumuz. Tek parti döneminde “dönemin şartları gereği” denilerek zaten demokrasinin olmadığının itiraf edildiği, demokrasi denemelerinde halkın alternatif partiye olağanüstü ilgisi nedeniyle dönemin muktedirlerinin iyice tedirgin olduğu bir dönemi yaşadık. Çok partili sisteme geçerken “açık oy, gizli sayım” yöntemleri kullanılmasına rağmen toplumun tazyikinin önüne uzun süre geçilemedi, ama bu hınç, hep bir ukde olarak egemenlerin içinde kaldı. Askerî yönetimin devamı gibi askerlerce kurulan Cumhuriyet, geleneğini hep sürdürdü, vesayet hiç bitmedi. Adeta darbe dönemleri gerçek yüz, darbe sonraları olağan dışıydı.
10 yıla ayarlı darbe muhtıra geleneği zamanla yıl rakamını değiştirse de içerik yönünü değiştirmedi. Darbe yapılan da bunu çok garipsemiyordu, askerleri rahatsız etmeden yapılabilecek bir yönetim idealize ediliyordu. Askerler de sivil siyasetçilere güvenmemeyi, aşağılamayı öğrenerek yetişiyorlardı. Darbe yapmayı hakları görüyorlar, oluşan anarşinin artmasını “darbenin olgunlaşması” olarak görüyorlardı. Hatta 1980 darbesinde darbeci generallerden orgeneral Bedrettin Demirel’in “12 Eylül’ün geç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımın çoğu ‘Tam olgunlaşsın, millet tarafından tasvip edilsin’ dediler. Bana kalsaydı en az bir yıl önceden yapardım. Bir yıl çok kan aktı” sözü, anlayışı ele verici nitelikteydi.
Darbeyi yaşamadan demokrasinin kıymetini bilmek lâzım. Darbe ve darbeciler keyfî ve zalim bir yönetimin nasıl olabileceğine dair tüm örnekleri sergilerler. 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde keyfî bir yönetim örneği olarak yapılanlar hayâl dünyasının bile sınırları dışındadır. Korkunç ve hesap sorulamaz işkenceler Kürt meselesini iyice çözümsüzlüğe itmiş, ateşin üzerine benzin döktürmüştü.
Darbenin her çeşidi yapılır ülkemizde, moderni, postmoderni, e-muhtıra ile olanı, her saatte yapılır, saat 03.00, akşam 09.00 vb. Darbe karşısında “senin darben, benim darbem” ayrımcılığı da çok yapılır. Sağcı için sağa yapılan darbe kötüdür, solcu için sola yapılan darbe kötüdür. Demokrat bir şekilde tüm darbelere ilkesel bir şekilde karşı çıkmadıkça iflah olamayız.
Darbeciyle anlaşma yoluna gitmek veya böyle bir şüphe uyandırmak da sorgulanması gereken önemli bir problemdir. 27 Nisan muhtırası sonrası Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Genelkurmay başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile görüşmesi unutulamayacak bir hadisedir. Oradan gizli bir mutabakat çıktığı görüntüsü demokrasi açısından son derece tedirgin edicidir. “Anlaştığım darbeci iyidir” anlayışının hâkim olmasına yol açabilecek bu tür söylemlere karşı her zaman ilkeleri kriter olarak görmek gerekir.
Darbelerle mücadele etmenin formülü nedir peki?
Darbelere karşı net bir toplumsal tavrı oluşturabilmek, çok iyi bir demokrasi eğitimi ve akabinde içselleştirilmesinin sağlanması yoluyladır. En “olmaz” denen zamanda bile darbe oluyorsa, müteyakkız olmamamız için bir neden yoktur. Çünkü darbeler sorunları büyütendir. Sorunları çözmek için iki yol vardır. Baskıcılık ve demokrasi. Baskıcılığı tercih ettiğinizde kısa süreli ve toplumun mutsuz olduğu bir çözümü bulursunuz, demokrasiyi seçtiğinizde belki kimisinin iktidara gelemediği, ama iktidar tarafından hakkının korunduğu ve siyasal katılımı sağlama umudunun herkes için olduğu bir ortamı oluşturursunuz. Kısaca darbe karşıtı bilinci oluşturabilmek için demokrasiyi çok iyi öğrenmeliyiz.
İlk yorumu siz yazın