Zaman denen şey bir muamma, çözmesi en zor olanından bir çengelli bulmaca… Takılıp kalıyorsun çengelin bir ucuna, çıkamıyorsun, bulamıyorsun, içinden bir yerlerden çıkan harflerden ipucu bulup başka bir kelime yazamıyorsun. Bir saçmalık, anlamsızlık dizisi olarak asılı duruyor o harfler.
Biz mi zamanı kullanıyoruz, yoksa zaman mı bizi parmağında fır döndürüyor? Sizi bilemem sevgili ikinci çoğullar, ama şu ‘zaman’ beni iyi kullanıyor vallahi. Fırıldak gibi parmağında döndürüyor.
Hep duymuşumdur şu sözü filmlerde, romanlarda: “Zaman aleyhine işliyor!” Ne zaman lehime işledi ki! Çok garip, çok tuhaf…
Zaman… Az biraz geçiyor öteye. Sınavını kaçırıyorsun, seni yaşlandırıyor, hatta öldürüyor ve bitiyor zamanın. Doğduğumuz andan itibaren bizi sona ulaştırmaya çalışıyor. Akıp gidiyor gözlerinin önünde ve hiçbir şey yapamıyorsun onun ardından bakmaktan başka. Bir maşrapa su döküp arkasından, geri dönme umudu hiç olmadan uğurluyorsun onu.
Ben zamanı yine zaman için harcıyorum. Harcanan en kolay aynı zamanda en kıymetli şey. Bir önceki cümlede “kolay” ile “kıymetli” aynı zamanda yazılırken bile aynı zamanda değil. Aman Allah’ım kafayı yiyeceğim, hiç bu kadar düşünmemiştim her hâlde zamanı!!!
1, 2, 3, 5, 7, 9, 11, 12… Ne çok şeyi ifade ediyor. Ömrünü ifade ediyor bir defa. Yapılmayı bekleyen tonlarca şeyin vaktini gösteriyor. Hiç basit, hiç sıradan değil.
Nasıl durur bu zaman? Hiç yorulmak bilmez mi? Bir oturup soluklansa şöyle, bir çay içse de kendine gelse. Sonra devam etse kaldığı yerden işlerine, olmaz mı yani? Zaman kadar çalışkanını hiç görmedim. Ama onun kadar nankör çalışkanı da. Bir an sonrasını bile kopya vermeyen, yalnız kendine çalışkan, bencil…
Ama bir dakika! Biliyorum ki ben, akıp gitsen de sevgili nankör, bencil, vefasız zaman, seni kullanarak ebedîleştirmenin formülünü öğrettiler bana. Sen istediğin kadar verme bana kopya. Hem de öyle bir formül ki neye uygularsan uygula doğru sonuç veriyor. Uygulamak içinse yapman gereken tek şey niyetini, bakış açını değiştirmek. Nasıl morarmış görüyorum seni. Üzülme, mor da yakışır sana. Ama merak ediyorsun değil mi, böyle bir anda nasıl sana galip geldiğimi… Hep sen mi beni parmağında oynatacağını sandın? Heyyy yavrum hey… Bazen sevgili zaman, zaman senin aleyhine de işler.
Sana karşı sırtımı dayadığım ebedî bir Kudret var. Ben de o Kudretli zatı tanımaya çalıştıkça, niyetimi onun razı olduğu şeyleri yapmaya çalışarak kullandıkça, tabiî burada sen bayağı işlevsel rol üstleniyorsun, donduruyor seni. Hem de ebediyyen erimeyeceğin şekilde donduruyor. Ama öyle bildiğimiz dondurmalardan değil. Yerken biteceğini düşünerek üzüldüklerimizden hiç değil. Mükemmelliğini, lezzetini tarif edemiyorum. Çünkü ebedîliğin lezzeti tarifsiz. Anlatabiliyor muyum? Öyle bir dondurma ki en karışığı, en renklisi, en lezzetlisi, tabiî bu “en”lerin de tarifi imkânsız.
İşte zaman; zamanla seni daha iyi kullanıp, seni en lezzetli dondurmalara döndürmeyi daha iyi öğreneceğim inşallah. Kendine iyi bak.
Çünkü bana lâzımsın…
Feyza Yılmaz
feyzayilmaz50@gmail.com
İlk yorumu siz yazın