İnsan gönlünün ona âşinâ bir sadâya muhtâc oluşundan mı, yoksa gönüldeki nağmelerin bir hoş âhenkli ifâdesi olduğundan mıdır, bilinmez, mûsikî kimi gönül sahiplerinin bir özge cânıdır, işte o ilgiye binâen üç kafadan bir ses çıktı; musikî.
Kiminin “Kürdilli hicâzkâr mı, segâh mıdır gözlerin” diye sorduğu, kiminin “biliniyor/ şarkıların sırası bizde”, dediği kiminin de “Tanbûrî Cemil Bey çalıyor eski plakta” diyerek hususî bir ilgi addettiği musikî, bir tedâvî aracıdır da… Çeşitli makâmların çeşitli rûh hastalıklarına iyi geldiği bilinmiş ve dârü’ş-şifâlarda yüzyıllarca kullanılagelmiştir.
Hâl böyle iken, süflî değil, ulvî duyguların ifadesi olan bunca nidâlı bir san’âtın, bunca nidâ sahibi şiire girmeyişi ve bir mısra ile yanan gönlün bir mûsikî bestesi ile kavrulmayışı düşünülemez.
İslâm estetiğinin en mühim unsuru olan âhenk, elbette âlimlerin de bu ilimle hem-hâl olmalarına vesile olmuştur, neticede sabah okunan ezân-ı Muhammedî’nin bir lezzeti de Sabâ’dan değil midir?
Pek çok şiiri bestelenmiş, yıllardır plaklarda, radyolarda okunagelen Yahya Kemâl’in;
“Çok insan anlayamaz eski musikîmizden
Ve ondan anlayamayan bir şey anlamaz bizden” dediğinden yola çıkarak, bir şeyler anlamayı ve iyi şeyler duymayı umarak, bu ay musikînin oluşumundan, bazı makâmlardan ve de şiirden ayrı düşünülemeyen musikîyi anlatan şiirlerden biraz bahsedelim istedik.
“Ehl-i şikem idrâk edemez musîkî ilmin
Pâkize sadâ câna safâ ruhâ gıdâdır”
(İşkembe ehli (insan vücudundaki karın) idrak edemez musikî ilmini. Zira bu ilim pırıl pırıl bir sestir cana sefâ, ruha ise gıda verir.)
Musikî ilminin 3 şekilde ortaya çıktığı rivâyet edilir: İlk rivayete göre, Pisagor tarafından tespit edilip kurallaştırılmıştır. Pisagor’un göğe yükselip felek sistemini gördüğüne ve bu devirlere bakarak da musikî devirlerini bulduğuna inanılır. İkinci rivayete göre ise, Hz. Dâvud, Hz. İdris veya Hz. Nûh’un oğullarından birinin icad ettiği düşünülür. Bir başka rivayete göre ise mitolojik bir kuş olan Kaknüs kuşunun bir diğer ismi Musikâr’dır. Bu kuşun gagasında 360 tane delik vardır. Dağ eteklerinde durduğu vakit rüzgârın esintisiyle gagasından çıkan melodiler musikîyi oluşturur.
Bazı makamlara örnek olarak; Uşşâk, Kürdîlihicazkâr, Hicâz, Nihavend, Sabâ, Nevâ, Hizâr, Buselik, Naz, Hüseynî, Hüzzam, Rast, Segâh, Rehavî, Isfahan, Büzürk, Zengüle ve Irak verilebilir. Bu makamların insan psikolojisine katkısını birkaç makamla örneklendirelim. Hüseynî makamı barışı simgeler. Hicaz makamı insana tevazu verme özelliğine sahiptir. Nihavend makamı insana rahatlık, kuvvet, huzur verir. Hüzzam makamı insana şiddetli hüzün duygusu verme özelliğine sahiptir. Uşşak makamı ise insana gülme, mutluluk ve sevinç verir. Rast makamı insana huzur, gevşeklik, sefa verme gibi özelliklere sahiptir. Kürdîlihicazkâr makamı insana güzel, hüzünlü, hicran ve istirham verir. Segâh makamı insana rahatlık, cesaret ve mistik duygusu verir. Rehavî makamı insana ağlama, rahatlama, sonsuzluk fikri vb. duygular verir. Irak makamı insana tat ve çeşni, korkuları yok etme, düşünme ve kavrama gibi özellikler kazandırır. Isfahan makamı insana hareket kabiliyeti, güven hissi, hatıraları anımsama, zekâ açma vb. özelliklere sahiptir. Büzürk makamı insana zihni temizleme, vesvese ve korkuyu yok etme ve fikre yön verme gibi özelliklere sahiptir. Zengüle makamı hayâl dünyası geliştirme, uyku verme ve masal duygusu verme özelliğine sahiptir.
Divan şiirlerinde musikî terimleri kullanılarak çok sayıda beyit ve manzume yazılmıştır. Musikî terimleriyle yazılmış beyitler şerh edilirken makamların insan ruhu üzerindeki etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır. Şiir örneklerine bakıldığında divan şairleri zaman zaman makam adlarını gerçek ve mecaz anlamlarının yanı sıra insana hissettirdikleri duygularla birlikte de ele almışlardır.
Divan şiirinde makam isimleri çoğunlukla tevriyeli olarak kullanılmıştır. Böylece şiirlerde ince bir anlam gizlidir. Sâmi’nin beyitine kulak verelim:
“İdemez aşkı nühüfte dil-i zâr
Ney gibi nâlesin eyler izhâr”
Şair, “İnleyen gönül aşkı gizleyemez. Ney gibi inlemesini açığa vurur” demiştir.
Dertli gönül derdini gizlemeye çalışsa da bunda muvaffak olamaz. Dertler gece çözülür ve âşıklar seher vaktine kadar inler. Gönül tıpkı ney gibidir. Bir sır saklamaktadır ve daha fazla kendini tutamaz. Burada Yunus’un meşhur, “Dolap niçin inilersin/ Derdim vardır inilerim” ilahisini anmak yerinde olacaktır. Peki, neyin inlemesi nereden gelmektedir? Nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (asm) bir gün Hz. Ali’ye bir sır verir. Hz. Ali bu sırrı bir su kenarında anlatır ve bu sırrı duyan kamış inlemeye başlar.
Ney, tasavvuf musikîsi enstrümanlarındandır ve insan sesine en yakın sese sahiptir. Onun sırları aşikâr eden sesine hayran olmamızın sebebi belki budur. Mevlânâ’nın “Dinle neyden kim hikâyet etmede” (Dinle neyden, zira o bir şeyler anlatmada) mısraı bu noktaya işaret eden en güzel sözlerdir.
Yahya Kemâl’in birçok şiirinin bestelendiğini biliyoruz. Münir Nurettin’den dinlediğimiz eşsiz yorumlar Yahya Kemâl’in şiirlerindeki ahengi bize açıkça gösterir. Yine Münir Nurettin’in “Kandilli yüzerken uykularda” diye bestelediği “Gece” şiirinde Yahya Kemâl, mısraları adeta yontarak bir tablo çizmiştir:
“Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda.
Bir yoldu parıldayan gümüşten, Gittik… Bahs açmadık dönüşten.
Hulyâ tepeler, hayâl ağaçlar… Durgun suda dinlenen yamaçlar…
Mevsim sonu öyle bir zaman ki Gaip bir musikîydi sanki.
Gitmiş kaybolmuşuz uzakta, Rü’yâ sona ermeden şafakta…”
Yahya Kemâl’e göre şiir, musikî cümlesidir. Şiir sadece vezin ve lisanla yazılmaz. Yazılan şeyin şiir olabilmesi için ritim gerekir. Ancak bu ritim, yani derunî ahenk bir dil hâline gelirse şiir ortaya çıkar. O mısralarını duyuş’un deyiş’e dönüşmesiyle, dile tasarruf ederek yazar. Ona göre zaman tıpkı musikî gibi akıp gider. Ölümü anarken bile bu ahenkten bahseder: “Bir tel kopar ahenk ebedîyyen kesilir.”
Zâtınıza hoşça bakın.
İlk yorumu siz yazın