Kudsi Kuşları Avlamak

Bir şeyi yazmak; okumak, anlamak, sonra başka kâğıda nakletmektir ki,
bu tarzla matlub istifadenin temin edileceği muhakkaktır.
Barla Lahikası

Yazma eylemi, doğuştan fıtratımızda tanımlı bir hadisedir. Öyle ki daha çocukken camlara, duvarlara yazı yazmayı, yani karalamayı sevmişizdir. Biraz büyüyünce, beton dökülen yerin köşesine, bir duvar yeni boyanmışsa tam ortasına ya da 1800 yıllık bir tarihî eser sütununa, biz millet olarak ad, soyad ve tarihi hemen yazarız. Severiz bu tarz yazı yazmayı. “Söz uçar, yazı kalır” düşüncesini bu şekilde ispat etmişizdir. Düşüncelerimizi değil, ismimizi çağlara iletmeye çalışmışızdır. Lakin yazma eylemi bunun için mi verilmiştir bize? Ya da bu yazmak mıdır?

Nasıl ki her şeyin nitelikli ve kaliteli olanı az ise, insanlar içinde de yazan veya yazabilen insan sayısı bir o kadar az, ama tesirli ve kuvvetlidir. Söylenen söz yazıya aktarıldığı ölçüde kalıcı, üretken ve toplumsal olabilmiştir. Öyle ki cahiliye devrinde bile Araplar, söz sanatındaki üretkenliklerini yazıya dökerek, Yedi Askı adındaki şiir yarışması ile düşüncelerini topluma aktarmış ve beğeni kazanmışlardır. Böylece sözün ulaşma seviyesinin bittiği alanda, yazılan her düşünce kalıcı olarak çağlara aktarılmıştır. Ve insanlar yaradılıştan itibaren diğer canlılardan farklı olan iki özelliğini de (düşünme ve aktarma) yazı sayesinde geliştirmiştir. Hatta Peygamberimiz’in (asm) bir hadisinde, “Bilgiyi yazı ile pekiştirin” demesi yazıya aktarılan bilgilerin ve düşüncelerin önemini göstermektedir.

Ayrıca Peygamberimiz (asm) Rabbimizden gelen vahiyleri, hemen vahiy kâtiplerine aktarıp yazıya geçirterek yazıya verdiği önemi göstermektedir. Nisâ Sûresi’nin 95. âyeti nazil olduğunda Rasûlullah (asm), “Bana falanı çağırın” dedi. Çağırılan şahıs (Zeyd bin Sâbit) mürekkep, kalem ve üzerine yazı yazılacak malzeme alıp geldiğinde Allah Resûlü ona: “Lâ yestevil kâidûn, âyetini yaz” dedi. 1

Böylece İlâhî emirler, insanlara, toplumlara, çağlara aktarılmış oldu. Dinimizin ilk emrinin “Oku” olduğunu da nazara alırsak; Rabbimiz kâinatı bir kitap gibi yazmış, sonra sayfa sayfa ayırmış, her sayfada yüzlerce kitap yazmış ve bu sayfa, satır, harfler bizim okumamız için neşredilmiş ve neşredilmeye de devam ediyor.2

Kâinattaki sayfaların dışında, yazma eylemi ile ilgili düşündüğümüzde ise, kişinin kendi sayfalarının da düşüncesine göre değerli olduğunu görüyoruz. Başkalarına söyleyebilecek düşünce, bilgi ve duygular varsa, kişi yazıyor ve değerini ölçüyor. Bazen sayfalarca yazıyor, sonra olmadı deyip çöpe atıyor, bazen de bir seferde toplumu etkileyecek, harekete getirecek satırlar dökülüyor kaleminden.

Bazen benim de sıkça yaşadığım bir durum gibi; bir düşünce aklınıza geliyor, herhangi bir sebeple yazamadığınızdan dolayı o düşünce başkaları tarafından bir müddet sonra karşınıza yazılmış hâlde çıkıyor. Yazıya aktarılan düşünce sahiplenilmiş oluyor. Bir düşünceyi sahiplenmek isteyen de kaleme sarılıp yazıya aktarıyor. O fikir veya düşünce sahiplenenin elinde yazıya aktarıldığında filizlenip, okuyucusu ile meyve vermeyi bekliyor. Toplum tarafından kabul görüp hakikat rengi de oluşunca ihtiyaçlar karşılanıyor. Ya da dünyanın en harika fikri aklınıza geliyor vaktinde kaleme alınmıyor, Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesi ile, o kudsî kuş avlanamıyor,3 böylece düşünce toplumsallaşamıyor.

Buradan, düşünüp de yazma eyleminde herhangi bir sebepten dolayı tembellik gösterenlere şunu söylemek istiyorum:

Çocukken yanlış da olsa hepimiz heyecanından dolayı kuş avlamayı istemiş veya yapmışızdır. Şimdi büyüdük; düşünce kuşlarının geldiğini varsayarsak, o kuşları kaçırmamak için kaleme sarılalım. Benim de bir fikrim var, deyip bu fikri topluma aktarmaya çalışalım.

 

 

1) El-Buhâri, Tefsir, Sûre, 4.
2) 30.Lema 3. Nükte (mana yönüyle)
3) 30.Lem’a 5. Nükte

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*