İki Dirhem Bir Çekirdek

“Dilin bünyesinde kalıplaşmış ve kökleşmiş olarak değişmeden kullanılan deyimler, hiç şüphe yok ki anlatıma canlılık ve güç katarlar. Bu sayede düşüncelerin ve olayların muhataba daha etkili biçimde yansıtıldığı bir gerçektir.”

 

Selamlar olsun Kitapsever Keçeli!

Yeni dönem başlıyor, kitap listelerini gözden geçirmek gerek. Sana yepyeni, kelime dolu, zihin açıcı çerez niyetine bir kitapla geliyorum bu ay. Okuma listenin bir köşesine iliştirirsin, ne dersin?

İskender Pala’yı duymuşsundur, hatta kitaplarını okumuş bile olabilirsin. Divan edebiyatı üzerine derinlemesine araştırma yapan bir edebiyatçı. Yazılarıyla divan şiirini halk kitlelerine ulaştırmaya, sevdirmeye, anlatmaya uğraşmış. Bunun yanı sıra “Katre-i Matem, Babil’de ölüm İstanbul’da aşk, Od” gibi romanları bulunuyor. Bırakın kitap bitirmeyi, birkaç paragraf bile okuduysanız fark etmişsinizdir; Pala kelimelerle oynamaya bayılıyor. Bu kelime bilgisinin eğlenceli ve öğretici bir yapıt haline dönüştüğü “İki Dirhem Bir Çekirdek” kitabını mercek altına aldık biz de.

Eser, 99 tane deyimin kısaca nasıl oluştuğunu, ne mânâda kullanıldığını anlatıyor; hangisinin bugün doğru ya da yanlış şekilde telaffuz edildiğinden bahsediyor. Kitap boyunca günlük hayatta farkında olmadan çokça kullandığımız, hatta bazen dilimizin döndüğü şekilde değiştirdiğimiz deyimlerin derinine iniyoruz. Sıklıkla kullandığımız ya da günümüzde artık unutulmaya başlamış deyimlerin kökenlerini bazen ibret alarak bazen kahkahalarla öğreniyoruz. Bu şekilde aslında kültürümüzle ve tarihimizle yeni yeni bağlar kurmuş oluyoruz.

Deyimler ve atasözleri sözlüğünü muhakkak bilirsin, bu eser daha özelleşmiş 99 deyimlik bir sözlük aslında. Ancak yalnızca deyimlerin anlamlarını vermekle kalmıyor; çıkış hikâyeleri, yanlış ve doğru kullanımları gibi çoğunlukla bilinmeyen, es geçilen yönlerini de ele alıyor. İçerisinde anlatılan deyimlerden bazıları şunlar: Bulgurlu’ya gelin gitmek, çizmeyi aşmak, avcunu yalamak, fertiği çekmek, pabucu dama atılmak, keçileri kaçırmak. Biz de şimdi bu kitaptan seçtiğimiz bazı deyimlerin ortaya çıkış hikâyelerine kısaca bakalım, daha fazlası için seni kitaba havale edelim.

“Ağzından Baklayı Çıkarmak” deyiminin hikâyesi; küfürbaz olduğu için utanıp bu huyundan kurtulmak isteyen bir adamdan bahseder. Şeyh Efendi’den yardım dileyerek derviş olma yoluna sapmak ister. Şeyh Efendi de gayet istekli gördüğü bu adamı küfürbazlıktan kurtarmak için, ağzına bakla yerleştirir. Bir gün Şeyh ile müridi yolda yürürlerken sinir bozucu, münasebetsiz bir durumla karşılaşırlar. A’sâbı bozulan Şeyh Efendi, “Ulan derviş, çıkar ağzından baklayı!” der.

“Ölür müsün; öldürür müsün?” deyimi hacdan dönen bir adamın güldüren hikâyesini anlatır. Adam hacdan dönerken köyün ağasına güzel bir hediye almak ister. Düşüne düşüne kendisine ne aldıysa ağasına da ondan almaya karar verir ve kefenlik bez ile zemzemde karar kılar. Ağanın kâhyası bu duruma sinirlenerek hediyeleri kabul etmek istemez, daha sonra adamın ısrarı üzerine alıp ağaya götürür. Ağzından şu sözler dökülür: “Ağam! Sersemin biri Hicaz’dan size kefenlik bez ile gasil suyunuza katılmak üzere zemzem getirmiş. Şimdi ölür müsünüz; öldürür müsünüz?”

“Tası tarağı toplatmak” deyimi ise, dilenerek zengin olan Bağdat’lı Abbas’ın tebessüm ettiren hikâyesine dayanıyor. Abbas bir gün hamamda yıkanırken ondan dilenciliği öğrenmek isteyen bir sefil çıkagelir. Abbas yağlanıp ballanınca şevke gelir, “Dilenciliğin başlıca üç kuralı vardır; kulağına küpe olsun. Bir, her nerede olursa olsun istemeli. İki, her kimden olursa olsun istemeli. Ve üç, her ne olursa olsun istemeli” diye ders verir. Ders alan adam oracıkta Abbas’tan dilenmeye başlar. Abbas şaşırır, “Burası hamam, burada dilencilik mi olur?” deyince ilk kuralı hatırlatır adam. Ardından “Ben de dilenciyim.” itirazına ikinci kuralı yapıştırır. “Sana ne verebilirim, bir tasım bir tarağım var.” diyen Abbas’a bu kez üçüncü kuralla cevap verilir. Adam tası tarağı alıp hamamdan çıkar gider. Bu olaydan sonra dilenciği bırakan Abbas şöyle der; “Tası tarağı toplattık! Gayrı bizden bu işler geçmiş.”

Son örneğimiz, sık sık kullanmama rağmen üzerine hiç düşünmediğimi fark ettiğim bir deyim: “Püf noktası”. Eski zamanda uzun yıllar çömlek ustasının yanında çalışmış bir çırak, kalfa olup kendi dükkânını açmak ister. Ancak konuyu ne zaman ustasına açsa, “Sen henüz bu işin püf noktasını öğrenmedin.” cevabıyla karşılaşır. Bir müddet sonra sabrı taşar ve gidip kendi dükkânını açar. Ancak umulmadık bir şey karşısına çıkar, yaptığı testiler, çanaklar-çömlekler yer yer çatlamaktadır. Bir türlü bu işin sebebini anlamayınca ustasına gider ve durumu anlatır. Usta eski çıraktan tezgâhın başına bir testi çıkartıp şekil vermesini ister. Çırak merdaneyi döndürüp çamura şekil verirken usta zamanla testiyi çatlatacak olan bazı hava kabarcıklarını “püf püf” diye üfleyerek patlatıp giderir. Böylece çırak mesleğin püf noktasını öğrenmiş olur. O zamandan beri her sanatın ustalık ve maharet gerektiren incelikli kısmına “püf noktası” deniliyor.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*