Maddî bir dünyada, bir maddeye bağlı olarak yaşayan insanın mânâyı kavramasının yolu maddeyle kurduğu ilişkiden geçiyor. Bu bağlamda dünyevîleşme; madde ile kurulan ilişkiyi mânâya götürememek demek.
Maddeyle kurduğu ilişkide, maddenin insan üzerinde hâkimiyet kurması, insanı dünyevîleştiren, maddeleştiren olgudur. Bu ilişkinin mahiyetini, dinamiklerini ve üzerinde etkisi olan faktörleri anlamak, maddeyle daha sağlıklı bir bağ kurmayı sağlayabilir.
Maddeyle kurulan ilişki, insanın maddesi, yani bedeni üzerinden ilerliyor. Duyu organlarından toplanan veri, beyinde işleniyor ve madde üzerinden bir algı, algıdan da bir mânâ, düşünce, inanç ve davranış biçimi oluşturuluyor. Ancak madde, doğası itibariyle sınırlı, dolayısıyla maddeyle kurduğumuz ilişkinin de bir takım sınırları, zaafları var. Her ne kadar olay kendi bedenimizde, aklımızda, benliğimizde gerçekleşiyor olup, biz karar verdik de davrandık, düşündük de bir neticeye ulaştık sanıyorsak bile, başka faktörler var işin içinde. Geçen ay ön yargılar üzerine yazarken zikrettiğim “Ego [benlik] kendi evinin efendisi değildir” sözüyle Freud, bu ilişkide her zaman fark edemediğimiz bir noktaya parmak basıyor. Diyor ki, aslında meseleye bu kadar hâkim değilsin. İnsan dediğimiz, diplerden zirvelere her yerde bulunabilen bu canlı türü, üstelik oldukça kolay manipüle edilebilen bir akla sahip. İşin en can alıcı tarafı da, çoğu zaman bunun farkına bile varmayışı.
Markete girdiniz, alacağınız ürün için birçok seçenek mevcut, bir tanesini alıp çıktınız. Gerçekten o ürünü bilerek ve isteyerek, muhakemeniz ve iradenizle mi seçtiniz peki? Davranışçı ekonomist Dan Ariely’ye sorarsanız, size muhtemelen çok da bilinçli ve rasyonel bir seçim yapmadığınızı söyleyecektir. MIT’den 200 öğrenciyle yaptığı deneyde Ariely, “kimsenin seçmeyeceği seçenekleri” sunmanın insanların finansal tercihlerini nasıl etkilediğine bakar, ki bu deneyi Eylül sayımızda Büşra Bakırcı’nın kaleminden okumuştuk Çay Saati köşemizde. Kimsenin seçmeyeceği seçeneklere bir örnek olarak Ariely’nin TED konuşmasında verdiği şu örneği de verelim: “Roma’da bir hafta sonu tatili mi, Paris’te bir hafta sonu tatili mi, yoksa arabanızın çalınması mı?” Bu kadar net bir absürtlükte olmasa da, aynı fiyata daha az hizmet sunmak gibi “kimsenin seçmeyeceği seçenekler” birçok alanda önümüze sunuluyor. Hiç kimsenin seçmeyeceği seçenek aslında bir manipülasyon amaçlıdır, daha az çekici olan seçeneği daha cazip hâle getirmek için.1 Tek başına anlamsız, hatta absürt olan bu seçenek, insanları belli bir şekilde davranmaya itebilecek kadar etkiye sahip. Bu zaafımız yalnızca finansla ilgili konularda değil elbette, neredeyse her alanda böyleyiz. Bu konuda çok daha bilinen bir başka örnekse optik yanılsamalar.
Bunun gibi birçok örnek bulmak mümkün. Ne yapacağız bu örnekleri, konuyla ne alâkası var, diye sorabilirsiniz… Alâkası şu ki; insan olma hâli çok kıymetli, çünkü yaratılmışların içinde Yaratıcı’nın kastını anlayabilecek, Yaratıcı’yla muhatap olabilecek, en yüksek mertebeye ulaşabilecek varlık, insan. Ancak fertlerin kıymeti bu potansiyeli ne kadar açığa çıkardığına bağlı. Tıpkı herhangi bir aleti maksimum verimde kullanabilmek için, o aleti kullanmayı ve aletin kapasitesini iyi bilmek gerektiği gibi, insanın potansiyelini tam olarak açığa çıkartması da kendi sınırlarını ve kabiliyetlerini tam anlamıyla bilmesiyle olur. Bildim ki, ben çabuk kanan, zahire aldanan, kolayca manipüle edilebilen bir akla sahibim. Peki, bu durum karşısında tamamen savunmasız mıyım? Cevabı yaklaşık yüz yıl önce yapılmış bir çalışmada olabilir.
Alexander Luria isimli, 1900’lerde yaşamış Rus bir nöropsikoloğun optik yanılsamaların evrenselliği üzerine yaptığı bir çalışmada, insanların eğitim seviyesi arttıkça, bu yanılsamalara kanma oranlarının arttığı görülüyor.2 Optik yanılsamalar, beynin gördüğü veriyi daha önceden bildiği veriyle eşleştirmeye çalışması sonucu ortaya çıkıyor. Daha önceden öğrenilen geometri ve perspektif bilgisi, gözden gelen veriyi anlamlandırmada kullanılıyor. Böyle bir bilgi olmadığında, kişi o veriyi başka bilgilerle eşleştirmek durumunda kalıyor, böylelikle illüzyon onun için geçerli olmuyor. Luria’nın deneyinde çıkan sonuçlar gösteriyor ki, algılar ve düşünce biçimleri önceden edinilmiş bilgilerle, eğitimle şekillendirilebilir. Belli bir biçimde düşünmeye eğitilmek, yalnızca düşünceleri değil, algıları, inançları ve davranışları da etkiliyor.
Öyle görünüyor ki, maddeyle ilişki kurmamak gibi bir seçeneğimiz yok ve bu ilişki şu veya bu şekilde, bizim dışımızdaki faktörlerden etkileniyor. Etkilenmeme şansımız yok, ancak bizi neyin etkileyeceğini seçebiliyoruz.
Sizi ne etkilesin isterdiniz: Bir takım pazarlama stratejileri, beşer elinden çıkmış düşünce sistemleri mi, yoksa ulvî, bakî, bu dünyadan olmayan bir şey mi?
İlk yorumu siz yazın