Tarikatten Hakikate

“Oksijen çadırı”ma yine koştura koştura gidiyorummm.
‘Aaa canım Seyyah, yine böyle garip garip kelimeler kullanıp kafamızı karıştırma’ mı dersin? Napayım yani, giriş biraz değişik olacak ki seni buraya çekebilceemmm, he he he.

Merak ettin di miii oksijen çadırını? Bilenler bi tebessüm etti zaten, gördüm ben. Ama hakikaten insan oralara vardığında nefes aldığını hissedebiliyor. Ya da oranın havasıyla, hissiyatıyla dolup dışarılara taştığında anlayabiliyor. İşte onlar Nur’un medreseleri. ‘Daha önceden de bahsetmemiş miydin sanki Keçeli?’ dersin dersin de, kırk kere bin kere bahsetsek yine az be dostum!

Hem ben bu sefer buradaki insanların ahvalinden bahsedeceğim. Bilirsin zaten, hem üniversite okuyup hem buralarda kalan talebeleri. Bir de sadece Risale-i Nur eğitimi almak için gelmiş dava kardeşlerim var. Zihinlerinde sadece Risale-i Nur; okul gibi meşgaleleri yok. (Beni yanlış anlama Keçelicim, tabiî ki de okulu kötülemiyorum. Ama bu da büyük fedakârlık değil mi sence de?) Hakikaten büyük fedakârlık…

İşte ben, bu sene bu insanlarla kalıyorum. Onlardan ayrı olduğumda çok özlüyorum onları. Bazen okuldayken aklıma gelir; “Na’pıyorlar şimdi, hangi dersi kaçırıyorum, nelerden mahrum kalıyorum?” diye. Sonra şirket-i manevîye, şahs-ı manevî, birimiz şarkta birimiz garpta vs. sırları, düsturları geliyor aklıma; rahatlıyorum. Rabbim iyi ki beni bu daireye dâhil etmiş, diyorum. Gerçekten, bazen düşündükçe gözlerimi dolduran hakikatler. Elhamdülillah.

Biraz sana günlük akışlarından bahsedeyim mi? Hadise riayet ederekten, her günleri bir değil tabiî ki; bir o kadar yoğun haftalar geçiriyorlar. Mesela pazartesi Risale okulları var, orda aldıkları dört dersten sonra bir de sağlık, tecvid, el sanatları gibi dersler alıyorlar. Yaa, ne sandın! Diğer günlerde de her sabah erkenden dersleri var, üstüne bir ders daha. Her haftanın da bir ezber çalışması var. Sonra doymuyorlar ilme bir de portre çalışmaları… Risale-i Nur’da geçen şahısları araştırıyorlar. Gözlerin açıldı bi anda sanki Keçeli, hadi hadiii, gel katılalım bugün onlara.

Hazır İzmirlere kadar gelmişken Üstad Bediüzzaman’ın da tasvir ettiği İzmir ve havalisine bir bakalım istersen. Zaten bu kardeşler de pek uzağa gitmemişler, Denizli’deler. İşte Hasan Feyzi Ağabey.  Şeyhinden aldığı vasiyetle; “Eğer siz o zatı teşhis ederseniz, ona tabi olun!”… Evet, evet yanlış duymadın, Hasan Feyzi Ağabey tarikat şeyhiykeeeenn, neler olmuş bakalım.


Hasan Feyzi Yüreğil

 

Bediüzzaman Hazretleri, altmış dört talebesiyle Denizli hapsinde. Şehre yayılan sese bak seeen; “Büyük bir âlim gelmiş.” Bunu duyan Hasan Feyzi Ağabey boş durur mu hiç? Aradığı birileri var çünkü. Vasiyetteki vasıfları da aynen şöyle:

“Kendini ‘o’ olarak tanıtırsa bil ki ‘o’ değildir. Yok, ‘O makam bizden uzaktır’ derse ‘o’dur. Eğer senin sağlığında gelirse, vazifeye devam ederken ona tabi ol!”

İşte tam da karşısında Bediüzzaman.

 “İşte bu ‘o’ zat!” Hemen tabi olmak ister Hasan Feyzi Ağabey.

 “Yok kardeşim, ben o değilim, galiba sen yanlış geldin.”

Ve beklenen cevap… Hasan Feyzi Ağabey müridlerini bir şeyler demek için topluyor. Ne diyecek acabaaa?

“Bu tarikat meselesi benim için burada bitmiştir! Zamanın müceddidi buraya geldi, şimdi vazife onundur. Ben şeyhimin vasiyetine uyarak ona tabi oluyorum, tarikatta kalmak isteyen kendine şeyh bulsun. Benim arkamdan gelmek isteyen gelsin, Bediüzzaman’a talebe olsunlar!”

Bu sözler bana, “Zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanı” düsturunu hatırlatıyor. Sana neler çağrıştırıyor Keçeli? Peki, Bediüzzaman Hazretleri neler demiş bu zat hakkında biliyor musun?

“Zat-ı Zülcenaheyn, ehl-i kalb ve gayet yüksek bir ehl-i ilim ve hakikat…”

“Kıdemli bir muallim ve âlim…”

“Mekteb-i fünunda ve ulum-u İslamîye’de gayet müdakkik, çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan gibi gibi…”

İşte bir Risale-i Nur talebesinde bulunması gereken vasıflar. Peki, Hasan Feyzi Ağabey onun için neler demiş biliyor musun?

“Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak;

Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.

Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm;

Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

‘Yine göç var’ diye, Mecnun’a haber verme sakın.

Yine matem, yine zari, yine efgan olacak.

Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek;

Kapanıp Kâbe-i irfan, yine viran olacak…”

 

Diye uzayıp giden muhteşem satırlar; gözleri dolduran nurlu hakikatler… Kolay mıdır sizce şeyhlik gibi bir makamı bırakıp talebe olmak? Ya da şöyle sorayım sana dostum; ne görmüş ki Hasan Feyzi Ağabey, o makamı bırakıp bir başkasına intisap etmiş? Asrın hakikati bu olsa gerek; hatta ‘gerek’ bile fazla…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*