Seviyorum, ama kimi?

Sevgi, insanın en önemli ihtiyaçlarından biridir. Çünkü, fıtratı sevgiyle yoğrulmuştur. Bununla birlikte, bizi Yaratan Rabbimizin binler isminden bir ismi de El-Habib’dir. El-Habib; sevgili, sevilen ve seven anlamlarına gelmektedir. O (cc), yarattığı varlıklarda ve özellikle insanda bu ismi tecellî ettirmiştir.

Sevgi, aynı zamanda kâinatın yaratılmasının bir sebebidir. Nitekim Rabbimiz bir hadis-i kudsîde Efendimiz’e (asm) hitaben şöyle buyurmuştur: “Levlake levlake lemâ halaktü’l-eflâk.”

Mânâsı: “Sen olmasaydın, sen olmasaydın, ben âlemleri yaratmazdım.”

Aynı zamanda sevgi, kâinatın bir rabıtasıdır. Kâinat içindekileri birbirine bağlayan bağ, sevgidir. İnsan ise, şu kâinatın en değerli meyvesi olduğu için, kâinatın bütününü kaplayacak bir sevgi kapasitesi kalbine yerleştirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, bazı sorular akla gelmektedir. İnsan, bu nihayetsiz muhabbet besleme yeteneğini nerede kullanacaktır? Bunca sevgi kapasitesi niye verilmiştir? Sevmek, bizim irademiz kontrolünde olan bir şey midir? Sevgiyi meşru olmayan yerlerde kullanmanın zararları ve bu zararlardan kurtulmanın yolları nelerdir? Sevgi ve aşkın bir farkı var mıdır? Hakikî aşk nasıl olur?

Sahi, sevgi neydi? Sevgi imtihandı…

İnsanı, kâinatın meyvesi olarak nitelendirmiştik. Bu kâinatın meyvesinin çekirdeği ise kalptir. İnsanın kalbine nihayetsiz bir “muhabbet” yeteneği konulmuştur. Allah (cc) bu yeteneği insana vermiştir, çünkü nasıl kullanacağını görmek istemiştir. Kalpteki sevgi, insan için bir imtihandır ve maalesef ki bu imtihanı geçmek, çevremizde de gördüğümüz üzere, kolay olmamaktadır.

Güncelde sık rastladığımız: “El çek tabib el çek yaram üstünden!”, “Açma yaram derindedir”, “Hiçbir tabib şu yarama merhem olmuyor!”, “Yalnızım dostlarım…” gibi sözler, imtihanın ne boyutlarda olduğunu bize haber vermektedir. Hadis-i Şerif’te Resûlullah (asm) şöyle buyurmaktadır: “İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.)

Kalp, maddî olarak ne kadar önemli bir organ ise, manevî olarak da bir o kadar önemlidir. Kalpteki sevgi duygusunun yanlış kullanılması, kalbi bozmaktadır. Kalbin bozulması ise, tüm latîfeleri ve duyguları bozar. Bu açıdan bakarsak, çok temkinli bir şekilde kullanılması gereken bir cihazdır kalp.

Hakikî aşk nasıl olur?

Sevgi, kalbe konuluş itibariyle bizim irademiz kontrolünde değildir. Başka bir tabirle biz, birine karşı iradî bir muhabbet beslememekteyiz. Ancak, bu muhabbeti devam ettirmek ya da durdurmak ya da muhabbetin yönünü mecazîden hakikîye çevirmek bizim kontrolümüzde olan bir durumdur. Üstad Bediüzzaman, muhabbetin yönünü değiştirmek adına iki yol gösteriyor. Birincisi, sevdiğin kişinin kusurlu taraflarını görebilmek. Eğer akıl, nefsin esaretinden kurtulup sevdiği kişinin kusurlarını gösterebilirse sevginin yönü değişir. Çünkü âşık olan, karşısındaki insanı kusursuz görmektedir. İkincisi ise, sevdiği kişinin güzel gördüğü yönlerinin, muhabbete asıl lâyık olan Zat’ın (cc) bir nevi’ yansıması olduğunu görebilmek, ki sevgi doğrudan doğruya Allah’a yöneltilmiş olur. Aşk ise, sevginin şiddetlenmiş hâlidir. Kişinin tüm hücreleriyle maşuka yönelmesidir. Âşık, dışarıdan gelen yönlendirmelere aldırış etmez. Tek bir odak noktası vardır. Başka bir şey tanımaz.

Hakikî aşık odur ki, ‘muhabbet duygusunu verene’ muhabbetini verir.

Hakikî aşık odur ki, kalbinde olan o nihayetsiz muhabbeti, nihayetsiz kemâl sahibi olana verir. Ve yine hakikî aşık odur ki, bir yaratılanı sevecekse, Yaratan’ın rızası doğrultusunda sever, başka menfaatler uğruna değil.

Menfaat ön plana çıkarsa ya da seven, sevilenden göreceği bir menfaat uğruna izzetini feda ediyorsa ve karşılık göremeyince de karalar bağlıyorsa; buradaki aşk, hakikî bir aşk mıdır ya da âşık, hakikî bir âşık mıdır?

“Ah sizin ‘benzemez kimse sana’ musikisiyle başlayıp, ‘sen de artık herkes gibisin’ şiiriyle son bulan bu aşklarınız…” (Küçük İskender)

Her ayrılık bir vurgun!

Kalbi, bir cihaz olarak nitelendirmiştik. Bu kalp cihazını doğru bir şekilde kullanmak gerekmektedir. Eğer yanlış kullanılırsa hata verir ve bazı sıkıntılar meydana gelir. Allah, Samed (Hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama her şeyin O’na muhtaç olduğu) ismini kalpte tecelli ettirmiştir. Yani kalbin fıtratında sadece Allah adına olan sevgiler barınabilmektedir. Buna rağmen insan, gayr-ı meşru muhabbetini zorla kalbinde barındırmak ister. İlgi ve gayretini sürdürmeye devam eder. Kalp ise yorulur, ezilir, acı çeker. Nefis, maşuku kusursuz addeder. Maşuka bir put misali taparcasına ilgi gösterir. Bu ilgiye mukabele ister, bir karşılık bekler. Karşılık göremeyince de kalpte derin yaralar açılır. Kişinin sevgisi, gün geçtikçe nefrete dönüşebilir. Karşılık bulunan sevgilerde ise kıskançlık ve ayrılık elemi kişinin hayatını cehennem azabına çevirir. Her ayrılıkla bir vurgun yiyen kalp, zamanla bozuk bir cihaza dönüşür.

Sevgi, lâyık olana, lâyığıyla verilir

Daha sonra kişi, düşe kalka doğru yolu bulmaya çalışır. Kalp yorulmuştur artık. Huzur arıyordur. Fanî sevgililerden yüzünü çevirmiş ve hakikî aşkı bulmaya yönelmiştir. Çünkü şunu öğrenmiştir; ancak hakikî aşkı bulduktan sonra diğer varlıklar ızdırapsız sevilebilir. Hakikî aşkı bulan, sevdiği diğer varlıklardan karşılık göremediği takdirde şu hadis-i şerifi hatırlar ve kalbine gelecek olan yaralardan kurtulur: “Kalpler, Rahmân’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir.” (Tirmizi, Kader/7, 2141)

Kişi böylece, Rabbine teslim olur. Çünkü onun muhabbeti ancak O’nun doğrultusunda olur. Başkalarına gösterdiği muhabbet de aslında, Rabbine gösterdiği muhabbetin bir perdesidir. Çünkü o bilir ki, sevdiklerinde gördüğü güzellikler değişebilir ve değişecek, çirkinleşebilir ve çirkinleşecek. Ama onlar yansıma idi, ayna idi. “Âyinelerin değişmesi şaşaa-i cemalin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, her şey var.” (Asa-yı Musa)

İşte hakikî âşık, Hakikî’ye aşıktır, hakikaten âşıktır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*