Geçen Ocak ayında tekniği itibariyle alanında ilk olan bir film girdi vizyona. Türkiye’de ne yazık ki sayılı şehirde ve oldukça az salonda vizyona giren filmin özelliği, her karesinin onlarca sanatçı tarafından yağlı boyayla tuval üzerine tek tek çizilerek hazırlanmış olmasıydı. Bu kadar emek, tablolarıyla insanda derin hisler uyandıran Vincent Van Gogh içindi.
Yakın zamanda filmi izleyip, Van Gogh’un resim yapma tutkusunun arkasındaki derin motivasyondan etkilenmiş olmak bizi bu yazıyı yazmaya itti.
Klasiklerin boş yere klasik olmadığına dair bir söylem vardır. Üzerinden onlarca yıl geçtiği hâlde okunan kitapların, “Ben hiç sanattan anlamam” diyenlerin bile görünce tanıdığı tabloların, duyunca mırıldandığı bestelerin insanların dünyalarında bu kadar yer etmesinin arkasında bir şeyler olmalı, değil mi? Van Gogh, yalnızca kendine has üslubu ve renk paletiyle değil, aslında resim yaptığı dokuz yıllık sürede ortaya çıkardığı yüzlerce eserin arkasındaki motivasyonla da kendisine yer edinmiş bir sanatçı. Loving Vincent filminin sonunda geçen, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta neden resim yaptığını açıkladığı cümleler bize çok mânidar geldi:
“Çoğu insanın gözünde neyim ben- bir hiç, eksantrik, hoş olmayan biri. Toplumda hiçbir yeri olmayan ve asla da olmayacak olan, aşağının da aşağısı. Pekala o zaman, bu kesinlikle doğru olsa bile, böyle eksantrik bir hiç olan birinin kalbinde neler taşıdığını eserlerimle göstermek isterim.”
Van Gogh bu sözleriyle ne anlatmak istedi, orası belki ayrı bir konu, ama biz bu sözlerden çok şey anlıyoruz. İnsanın içindeki, derinlerinde bir yerlerdeki bir ihtiyacın yankısı olarak duyduk bu cümleleri. Hem kendi yaratılışında, hem de âlemde alâka kurduğu varlıklarda gördüğü zarafet ve güzelliği fark eden insanın kalbinde, gördüğü bu güzellikleri anlatmak, benliğini saran haşyet ve hayret duygularını başkalarına da hissettirmek arzusu uyanır.
Her his gibi, bu da kâinattaki yerini ve âlemin Yaratıcısını arayan insanın kalbine, bir yol gösterici, harekete geçirici bir araç olarak konulmuş. Kimin nasıl kullandığı bir yana, kişinin kalbine dokunup hayrete düşüren, taşıdıklarını fark ettiren her eser ve sanatkâr, bu sebeple değerli bizim gözümüzde.
Aslında insanın sanatkârlığı da bir yansıma, bir tecelliden öteye gidemiyor bu noktada. Sanat yapmanın amacı O’nun sanat eserlerini yaratışını anlamak, kalbiyle görmek için bir çaba sadece. O’nun “görmek ve göstermek” istemesini bir parça keşfedebilmenin şuurlu bir yolu…
İlk yorumu siz yazın