Ebuşefkat

Aşkta karşılık beklendiği için, aşkın kıymet olarak şefkatin yerini alamayacağı aşikârdır. Kalplere a’zim tesiratı vermeyeceği de açıktır. Karşılıksız bir şey yapmamanın öğütlendiği ahir zamanda yetişen gençlerin gardını düşürmenin en tesirli yolunun; şefkat mesleğinde terakkî etmek ve şefkat madenlerini eşelemek olduğu, her şeyden evvel bilinmesi gerekiyor.

“Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.”1 diye şefkat timsali annesine bile hikmetin yanında şefkat dersi veren bir zatın gördüğü rüyanın deşifresi; bize Bediüzzaman’ın şefkat konusunda ne kadar ileri gittiğinin ipuçlarını veriyor. Demek uçsuz bucaksız şefkat, hikmetle had-hudut tayin ediyor.

Rabb-i Rahîm’in ona bahşettiği şefkat hissini, diğer duyguları gibi muktesit harcamayı kendisine düstur edinen Bediüzzaman; uzak diyarlardaki maddî zararların meşguliyetini bir yana bırakıp, başkalarının ahiretinden endişe ederek, nihayet Ebuşefkat ismine vasıl oluyor.

Bataklıkta mütehayyir kalmış nice muhtaçlara şefkat elini uzatan Ebuşefkat’e böylesine muazzam karşılık ve teveccüh bulduğu yerden bakabilirsek eğer; şefkatin, şefkat mesleğinin ne kadar kuvvetli bir sır ve benlik ve enaniyetin açtığı yaralara şifalı bir merhem olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Dolayısıyla, her anının şefkat misali olduğunu idrak edebiliriz.

Ebuşefkat’in izinde şefkat devşirebileceğimiz hayatî levhalardan devam edelim.

“Bir zaman, Eskişehir Hapishanesi’nin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramı’nda oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar katî’ müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.”2

Bir zaman çektiği ezâ ve cefâlara nispet edercesine, bulunduğu hapishanenin penceresinden başkasının günahına ağlaması Ebuşefkat’in temsil ettiği iman hizmetinin dalga dalga dünyanın dört bir yanına yayılmasına sebep oldu, desek elbette abartmış olmayız. Demek şefkat, ağlamadan, gözyaşı dökmeden sırtta taşınmıyor.

Hapishane penceresinde gördüğü manzara, Ebuşefkat’in gözlerinden yaş suretiyle akmasına vesile olur. Olur olmasına, ama akabinde hikmetle tokatlanan ehl-i dalaletin vekilinin düştüğü hâlleri de, ancak hikmetle şefkatin kıvamının tutturulacağını bilmemiz açısından buraya bir not düşmemiz gerekiyor. Zira, dengesi bulunamayan şefkat yeni yeni cibali babalara gebedir!

Geceler boyu özelde İslâm âleminin, genelde insanlığın ebedî Cehennem azabından kurtulması için dua etmesi, şefkatinin ufkunun dar zihinlere sıkıştırılamayacak kadar uzak olduğunu gösteriyor. “Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur”3 ifadesi ise şefkatinin genişliğine işaret ediyor. Böylesine ufuk çizgisi ve genişliği olan şefkat ummanının içinde gark olmamak elde değil. Demek şefkat; feragat ve istiğna madalyasını takmayanı içtimasına kabul etmiyor.

Onun şefkati milyonların kalbine sirayet ediyor. Doluyor taşıyor, muhtaçlara barınacak kanatlar açıyor. Sıcacık yuvalarımızda konforlu, yataklarımızda rahatın doruklarında tahammül edemediklerimize o zat-ı muhterem en çetrefilli anlarında bile kol kanat geriyor. Bir zaman sineklerin çokluğundan işini yapamayan talebesine “Bu küçücük kuşlara ilişme” diye karşılık veren Ebuşefkat,  vazifemizin tahrip değil tamir olduğunu şefkat düzleminde asırlar arkasından seyreden bizlere ders veriyor. Demek şefkat; sahiplenmeyi göze almayanı kaale almıyor.

Yıllar evvel şefkat konusu hakkında bir yazı kaleme aldığımda satırlarıma şöyle nihayet vermiştim: “Bu zamanda cihad isteyen maneviyata sarılsın. Manevî cihadında kılıç isteyen Risale-i Nur’a sarılsın. Kılıcına saykal vurmak isteyen ise şefkat mesleğine sarılsın.”4 Evvelinde de şefkatin aşktan daha keskin olduğunu dilim döndüğünce, kalemim elverdiğince ifade etmeye çalışmıştım. Şimdi de söylediklerime ek olarak ısrarla diyorum ki; hikmetle yoğrulmuş hakikatlerin evvela kendimizin ve dolayısıyla âlemin zulümatını parça parça etmesini arzu ediyorsak eğer, şefkat keskinliğine muhtacız.


Dipnotlar:
1) Barla Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 35
2) Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 222
3) Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 645
4)
https://ersinacar.blogspot.com/2019/04/kufru-kesen-tlsm.html
Çizim: Melike Söğüt

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*