Çöl Macerası

Selamunaleyküm Keçeli. Bu ay konuya çok hızlı bir şekilde, lafı dolandırmadan giriş yapmak istiyorum. Yapıyoruuummm, yaptım. Geçen ay seninle “Uçan Sınıf” ile gözyüzünde gezinmiştik. Bu ay ise, 4 mevsim yaşayan yurdumun birçok yeri sıcaktan kavruluyorken çölde bir maceraya çıkacağız birlikte. Evet, bu ay kitaplığımızda Pierre de Beaumont’un “Çöl Macerası” kitabı var. Edebiyat türünde bir çocuk romanı olan kitabımızın konusu bir hayli ilginç. Şimdilerde cadı kazanına dönmüş olan Ortadoğu’da, yıllar yıllar önce, Suriye topraklarında yaşayan Abdullah ile arkadaşı Maria’nın çöl macerasını anlatıyor bize yazar.

İçinden bir sesin, “bu da taktı çocuk kitaplarına arkadaş!” dediğini duyar gibiyim Keçeli. Önceki aylarda kısmen bu sorunun cevabını vermiştim, ancak yinelemek istiyorum. İçimizdeki çocuğu keşfetmeliyiz Keçeli. Biraz ona yatırım yapmalıyız. Büyüklerin dilinden, dünyasından pek bir fayda göremedik-göremiyoruz. Belki çocukların bakış açısı bize bir nebze olsun barış, huzur, kardeşlik getirir be Keçeli, ne dersin?

Neyse çok duygusallaştım, konuya dönüyorum. Kitabın çevirmeni Üzeyir Gündüz tarafından yazılan önsözün etkileyici bir yanı var. Şöyle söylüyor Gündüz: “Ey Şark’ın büyülü güzelliğini yansıtan Halep çarşısı! Ey her karış toprağı İslâm uygarlığının ayak izleriyle damgalanmış Şam kenti! Ey güneş ışınları altında zengin bir renk cümbüşüyle ağır ağır dönen Humus’un su dolapları! Yalvarıyorum size; savaşın bütün kötülüklerine rağmen direnin… Korumaya çalışın eski güzelliklerinizi. Abdullah’la Maria’nın gözünde nasıl idiyseniz öyle kalın. Yeni bir Çöl Macerası yaşamak isteyip de fırsat bulamayan, Şark’ın bahtsız çocuklarını da bekleyin ne olur!”

Gündüz’ün bu ifadeleri kitap hakkında yanlış fikirler edinmene sebep olmasın. 10 bölüm ve 212 sayfadan oluşan kitabı okurken oldukça keyif alacağına eminim. Kitap, edebiyat kategorisinde olduğundan biraz afili bir üslubu var. Duygularına tercüman olacak şiirimsi cümleler ile karşılaşman mümkün satırlar arasında. MEB Yayınları’ndan çıkmış olan kitabın benim elimdeki nüshası 1999 yılında basılmış.

Biraz kitabın içeriğinden bahsedeyim sana Keçeli: Abdullah ile Maria barışın egemen olduğu günlerde, unutulmaz bir anı yaşıyorlar Suriye çöllerinde. Kimi gün heyecanlı bir maceranın içinde buluyorlar kendilerini bazı günler de oluyor ki; bir harabenin önünde durup, geçmiş uygarlıkların yıkılışına üzülüyorlar. Halep’te özel bir okulun bahçesinde başlayan serüven, Lübnan’ın Kadisa vadisinde tehlikeli, fakat heyecanlı bir olayla son buluyor.

Merakını uyandırdı, değil mi? Şimdi Allah’a ısmarladık diyor ve altını çizdiklerimle baş başa bırakıyorum seni Keçeli. Keyifli okumalar…

Altını çizdiklerim

“Temiz yürekliler için her şey temizdir.”

“Çöldür, yorgunluktur. Fakat özgürlüktür.”

“Ben okuma bilmem küçük hanım. Babam da okuma bilmezdi. Biz göçebeler için okuma önemli bir ihtiyaç değil. Öğrendiklerimizi kitaplardan değil, insanlardan öğreniyoruz.”

“Yağmur yağıyordu artık. Ot bitecekti. Hayvanlar ölmeyecekti. Bütün kabileler kendi otlaklarına dönecekti. Barış geri gelecekti.”

“Hey gidi zavallı kentli,
Evin bir hapishanedir.
Gündüzün huzursuzluk
Geceler meyhanedir…”

“Yaz güneşi çölde bir başka sıcaktır. Dağ taş sıcaktan kavrulur sanki. Eğer gözleriniz yorgunsa, her şeyi bembeyaz görürsünüz. Fakat yağmur yağmaya başladı mı, yaprak geyik rengine dönüşür. Yeni filizlenen otlar, yeşil bir benek haline dönüşür. Akşamleyin batan güneş onları gül rengine boyar.”

“Eğer utanmasam
Eğer korkmasam ayıplanmaktan,
Ağlardım hıçkıra hıçkıra…
Ziyaret ederdim mezarını
Diz üstü.
Hal hatır sorulmaz mı dostlara?
Tek tek yok olurlar da…”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*