Mürekkep Yürek

“O gece yağmur yağıyordu, ince, usul usul çiseleyen bir yağmur, Meggie, yıllar sonra bile gözlerini kapadığında sanki minicik parmaklarla cama vuruluyormuş gibi o geceki yağmurun sesini duyuyordu. Gecenin karanlığında bir yerlerde bir köpek havlamaya başlamıştı. Meggie yatağında bir o yana bir bu yana dönüp duruyor, bir türlü uyuyamıyordu.”

Selamünaleyküm Keçeliler. Bu ay yazıya kitabın girişindeki ilk paragraf ile başlamak istedim. Fantastik kurgu severler toplanın, bu ay kitaplığımızda muazzam fantastik kurgusu olan “Mürekkep Yürek” yer alıyor. Cornelia Funke’ın üçlü serisinin ilk kitabı olan Mürekkep Yürek, bizi bir hayli gerçekçi bir kurgunun içerisine sürüklüyor. Mürekkep Yürek’i, serinin ikinci kitabı olan Mürekkep Dünya ve üçüncü kitabı olan Mürekkep Ölüm takip ediyor. İkinci ve üçüncüyü okumadım, ancak birincisinin kalitesi diğerlerinin de habercisi gibi. Kurgu kitaplarının birçoğunun karakterleri, gerçek hayatta var olması zor olan mükemmel, kusursuz kişiler, ancak Mürekkep Yürek, okuyan herkese kendi hayatından bir kesit, anı, olay sunuyor.

Kitabımız, kaç bölüm olduğunu sayamayacağım kadar çok bölümden ve 550 sayfadan oluşuyor. Yazarın, her bölümün başına farklı kaynaklardan alıntılar koyması kitaba farklı bir hava katmış, sanki aynı anda birden fazla kitap okuyorsunuz. Yazar, okuyucusuna oldukça fazla betimleme yaptırıyor ve hayâl gücünü oradan oraya koşturuyor. Kitabın ilk yüz sayfasına kadar konunun ne olduğunu anlayamadığınız gibi bir sonraki sayfada ne yazdığını da tahmin edemiyorsunuz. Tıpkı gerçek hayatta bir sonraki gün ne olacağını tahmin edemediğimiz gibi… Yazar her satıra öyle ince ayrıntılar döşemiş ki, okuyucusunun birçok hissine dokunabilmeyi başarmış.

Biraz da kitabın konusundan bahsedelim Keçeli. Mürekkep Yürek, Maggie adlı küçük bir kızın başından geçenleri anlatıyor. Maggie’nin annesi uzun zamandır yok, babası Mortimer ise bir kitap tamircisi olup bütün hayatını kitaplara adamış biri. Maggie de tam bir kitap kurdu.

Bu kitabı özgün kılan bir değer de; fantastik dünyaların sadece sihirle büyüyle değil, bir kütüphaneyle de oluşturulabileceğini ve aslında kitapların sihirlerden daha çok etkisinin olduğunu kanıtlamış olması. Kitapla ilgili yorumları incelerken ilgimi çeken şu yorumu sizinle paylaşmak istiyorum: Mürekkep Yürek, önce sizi başkahramanla özdeşleştirip küçük bir çocuğa dönüştüren, ama her çevirdiğiniz sayfada da o karakterle birlikte büyümenizi sağlayan bir eser.

Carnelia Funke, kitabını yazmakla yetinmemiş, bir de kendi çizgileriyle resimlemiş. Arkadaş Yayınları’ndan çıkan kitabın çevirisini Nazife Mertoğlu yapmış. Mürekkep Yürek aynı zamanda sinemaya uyarlanmış bir kitap. Filmi izlemedim, ama bana sorarsanız, kitabı okumak mı yoksa filmini izlemek mi daha zevkli diye, tabiî ki kitabı okumak derim. Çünkü bir film, senarist ve yönetmenin hayâl gücünün sınırları içerisindedir. Oysa her insan farklı bir âlem ve okunan her cümle her insanda farklı bir etki bırakır, farklı âlemlere götürür. Bu yüzden filmi izleyecekseniz de, kitabı okumadan izlemeyin derim ben.

Şimdi altını çizdiklerimle baş başa bırakıyorum sizi, Allah’a ısmarladık Keçeliler…

Altını Çizdiklerim

“Babası başını kaldırarak, kitap okurken rahatsız edildiğinde her zaman baktığı gibi dalgın dalgın baktı. Daldığı öbür dünyadan, harflerin labirentinden geri dönmesi her seferinde bir iki saniyesini alıyordu.”

“Dikenli yapraklar soluk kahverengi harflerin etrafına dolanmıştı. Minicik kırmızı bir ejderha başı lekeli kâğıdın üzerine çiçekler tükürüyordu. Beyaz atların üzerindeki biniciler Meggie’ye sanki daha bugün minicik samur fırçalarla çizilmiş gibi bakıyordu. Atlıların yanında bir çift vardı, belki gelinle damattı. Ateş kırmızısı şapkası olan bir adam bu çifte düşmanca bakıyordu.”

“Ancak son soruya şöyle yanıt verdi Selig: Belki de karanlığın ötesindeki o ülkeye gitmiştir, hani hiçbir insanın ulaşamadığı ve hiçbir hayvanın yolunun düşmediği, gökyüzünün bakırdan, yeryüzünün demirden olduğu ve karanlık güçlerin taşlaşmış mantarların altını ve terkedilmiş köstebek yuvalarını mesken tuttuğu yere. Isaac B. Singer; Öykücü Naftali ve Atı Sus”

“Toz Parmak ona nefretle baktı. Donuk bir yüzle, Capricorn’un adamlarının varile daha başka kitaplar atışını izledi. Sonunda iki düzineden fazla Mürekkep Yürek sayfaları katlanmış, kırık kanatlar gibi ciltleri ayrılmış bir şekilde odun yığınlarının üstünü boylamıştı.”

“Meggie bu kez Copricorn’un adamlarının yüzünde birbiriyle çelişen iki duygunun yansımasını görebiliyordu: Mo’nun hayat vereceği şeylerden duydukları korku ve sesinin onları başka yerlere, insanın her şeyi, kendisini bile unuttuğu yerlere götürmesine duydukları hayranlık.”

“Bir öykü, bir roman, bir masal, bunların hepsi canlılara benzer; belki de canlıdırlar da. Onların da başı, bacakları, kendilerine özgü kan dolaşımı ve insanlarınki gibi elbiseleri var. -Erich Kastner; Emil ve Dedektifler”

“Mo’nun da dediği gibi, öykü yazmak biraz da sihirbazlıktı.”

“Anne ve babamı hiç görmediğimden, gözümde dış görünüşlerini canlandırırken, nedense mezar taşları bana ilham vermişti. Babamın mezar taşındaki harflerin şekli, babamın geniş omuzlu, siyah dalgalı saçlı ve esmer tenli, tıknaz bir adam olduğuna ilişkin garip bir düşünceye kapılmama neden olmuştu. Aynısı Georgiana için yukarıdakinin eşi, yazısının şekil ve hatlarından da çocuksu bir şekilde annemin çilli ve hastalıklı bir kadın olduğunu çıkarmıştım. -Charles Dickens, Büyük Umutlar”

“Meggie’nin planı, Fenoglio gibi öyküler üretmekti. Teker teker sözcükleri bulup çıkarmak; kitabın içinden kim çıkıp da endişeli gözlerle etrafı süzecek diye korkmadan, annesine kitap okumak istiyordu. Ancak sözcükleri, yalnızca harflerden ibaret olan sözcükleri geri gönderebilirlerdi. Meggie bu nedenle işinin bundan böyle sözcükler olması gerektiğine karar verdi. Bunu, bahçesine perilerin yuva kurduğu, geceleri kitapların raflardan bir şeyler fısıldadığı bir evden başka nerede öğrenebilirdi ki?”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*