Esma taliminden bilime

Biyoloji alanında lisans ve lisansüstü eğitimler alan ve “yaratılış” üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Dr. Bahri Tayran Dayıoğlu ile bilim sayımız için bir röportaj gerçekleştirdik. Bilimin tanımı, ilim ve bilim arasındaki ilgi, Allah’ın isimleri ve kâinatın bilgisi, bilim-din ilişkisi, Yaratıcı ve yaratılış hakikatleri, gençlerin bilimle ilgilenmesi gibi konuları konuştuğumuz röportajımızı istifadenize sunuyoruz.

Bilimi nasıl tanımlarsınız? Bilim kavramının derinlik ve genişliği nedir?

Zamanımızda bilim deniyor, önceleri ilim olarak söyleniyordu. Bence bilim bilgi, hatta doğru bilgiler havuzu demektir. Alanı çok geniş ve derinliği çok yüksektir. Bilim, bizim bildiğimiz ve bilebileceğimizden çok fazladır. Yeteneklerimizin sınırlı olması nedeniyle de bilgi okyanusundan öğrenebileceğimiz de sınırlıdır.

Yüce Rabbimiz ilk insan Hz. Âdem’i (as) yarattığında ona eşyanın isimlerini öğretti. Bu İslâm literatüründe “Esma’nın talimi” olarak yer aldı. Demek ki ilim öğrenmenin esası eşyanın isimlerini öğrenmek üzerine kuruludur. Öğrenmek ezber etmeyi de kapsar ve ondan çok ötelere de gider, ki bizi bilgi derinliğine götürür, onu da Bediüzzaman’dan öğreniyoruz, çünkü o eşyanın hakikatinin Allah’ın esma-i İlâhiye denen güzel isimlerinin tecellîsinden ibaret olduğunu söyler. Hz. Âdem (as) bundan dolayı, eşyanın ismiyle, hakikatleri olan İlâhî isimlerin tecellisînden Rabbini tanımak gibi derin ve geniş bir bilgi ortamında bulunduğunu öğrenmiş oldu. Zaten halife olarak yaratılması nedeniyle bunu ancak bilgiyle yapabilirdi. Etrafımızda gördüğümüz her şeyin şeklinden, yapısından, mahiyetinden, duruşundan, hareketinden, doğmasından, büyümesinden, ölümüne kadar hepsinin açıklanması insan için bilgi kaynağı demektir. Biz insanların araştıran bir küçük grubu, gözlemlediklerini yazdı ve hepimiz o tesbitler sayesinde bilgi sahibi olduk.

Onun için varlıklar bir kitaptır, kâinat bir kitab-ı kebîrdir, çünkü âlem ilimden gelir, o da Rabbü’l-Âlemin’den vücut buldu. Allah bize sunduğu Kur’ân’da ilmin, bilimin üç çeşidine yer verdi. Birincisi ilmelyakîn; yani bir şeyi ilmen doğru olarak bilmek, diğeri aynelyakîn; yani görerek bilmek ve sonuncusu hakkalyakîndir; yani tadarak, içine dalarak bizzat öğrenmek, başka bir ifadeyle vücudumuzun her organıyla algılamasıdır. Buradan bilgiye dayalı hazza ve mutluluğa ulaşırız.

Kur’ânî bilgi ile beşerî bilgi arasında yakın bir ilişkinin olduğuna, eşyanın ismi ile mahiyetinin esma-i İlâhîyeye dayanmasına tekrar dönersek, neler söylersiniz?

Okuduklarım ve öğrendiklerimden şu tesbitimi ifade etmek istiyorum. Kur’ân’dan yüzlerce ayet ve pek çok esma-i İlâhîye’nin açıklanmasında, tecellî sahalarının gözlenmesinde bilgiler batıdan gelmektedir. Onun için devletler menfaatlerini esas alarak karşı ve düşman pozisyonlar almaya devam ededursun, Allah ile beşerî ilim, esma-i İlâhîyesinde buluşmuştur, Kur’ân’la buluşmuştur.

Bir örnek verelim: Kur’ân’da, rızık semadadır ve rızkınızı yeryüzünde arayın, mealinde âyetler vardır. Bu muhteşem bilginin karşılığını batılı bilim insanlarından öğreniyoruz. Şöyle: Dünya’mızın karasal coğrafyasında, bir yılda 200 milyar ton organik madde, bitkiler tarafından üretilmektedir. Bunun için Güneş’ten enerji gelmesi lâzım ve bunun için Güneş yanıyor. Dünya’ya gönderdiği enerjinin Güneş maddesi sadece iki tıra sığacak kadar olup, 40 tondur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Prof. Mauric Bucaille’nin dediği gibi, “İslâm diniyle ilim birbirinin ikiz kardeşidir.” Biz de diyoruz ki, bu ikiz kardeşleri birbirine düşman edenler kaybetmiştir ve kaybedecektir, çünkü bunlar sessiz ve sakince birbirlerini açıklamaya devam etmektedir.

İfade ettiklerinize göre İslâm’la dogma arasında bir ilişki yoktur.

Dogma daha çok batıda din alanında kullanılıyor. Doğal bilimsel alanla ilgili kitaplarda çok seyrek karşılaşıyoruz. Dogma, doğru olmayan veya doğruluğu tartışılması gereken bir dinî mesajın kayıtsız şartsız kabulüdür. Batıda en tipik örneği, Hıristiyanlık’ta doğuştan insanların günahkâr kabul edilişidir. Bir de evrimcilerin dogma diye söyledikleri var, o da canlıların bir Yaratıcı’nın eseri olduğunu söyleyen dinî bilgiyi dogma olarak ifade etmeleridir. Allah diyor ki, deveye bakmazlar mı nasıl yaratılmış, dağlara bakmazlar mı nasıl dikilmiş? Demek ki Allah, yarattıklarına bakmamızı ve incelememizi istemektedir.

Üstad Bediüzzaman, Avrupa’nın bu ifrat ve tefrit uçlarındaki duruşlarına karşılık diyor ki; İslâm, fikre tevhid ve hayata istikamet vermiştir. Orada eksik olan işte budur, çok değerli bilgileri keşfeden, insanlığa kolaylıklar sağlayan teknolojileri geliştiren ve bu yönüyle bilgi toplumu olan Batı, bu büyük eksiğini inşaallah Kur’ân’ın da verdiği mesajları keşfederek vasat yol veya doğru yol olan İslâm’la buluşacaktır. Çünkü onlar Kur’ân’daki birçok  ayetin ve İlâhî isimlerin tecellî alanlarında da büyük tesbitler yapmaya devam etmektedirler fakat farkında değiller.

Yani bilimsel buluşlar İslâm’la çatışmazken, sorun farklı din ve ideolojik duruştan mı geliyor?

Röportajın devamına dergimizin Eylül sayısından ulaşabilirsiniz…

Dr. Bahri Tayran Dayıoğlu:
İstanbul Üniversitesi Biyoloji bölümünü 1974’te bitirdi. Ardından Almanya’da bulunan Hohenheim Üniversitesi Mikro ve Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı eğitiminin yanı sıra Klasik ve Moleküler Genetik, Biyokimya ve Viroloji derslerini alarak Mikrobiyoloji dalında master ve doktora  çalışmalarını  tamamladı. Türkiye’ye dönünce  Gıda sektöründe çalıştı. Meslekî çalışmalarının yanında Kur’ân’daki yaratılış konusunda çalışmalarına devam etmektedir. İlk çalışması olan
“Yaratılış Mucizesi” kitabı ile insanların embriyonal sürecini inceledi. Bunu, “İlk insan nasıl yaratıldı?” makalesi izledi (1990, Köprü dergisi, sayı 9). Konu üzerine  çalışmalarını  sürdürürken, Atatürk Üniversitesi’nde gerçekleşen 2. Enternasyonal Bilim Işığında Yaratılış Kongresi’nde “Adem’in karar-ı mekinde üç
kademeli yaratılışı” çalışmasını sundu. (2018)
Yazarın “Dabbetül-arz ve Negaf” adlı bir kitabı da bulunmaktadır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*