Neden mi “kadına şiddet” sayısı yaptık?

Bu sayımızda, gündemdeki bir mesele olan “kadına şiddet” konusunu klişelerin dışında, ezberlenmiş söylemlerden mümkün mertebe kaçınarak işlemeye niyet ettik.

“Kadına şiddet” gibi negatif çağrışımlı meseleler üzerine fikir teatisinde bulunurken refleksimiz direk sonuca ulaşmak, çözüm önerileri geliştirmek olabiliyor.

Mesela “şiddet” yerine “şefkat” odaklı, müspeti nazara veren bir yaklaşım izlememiz gerektiğini hissedebiliyoruz. Sebep olarak “kuvve-i mânevîyenin kırılmasını” gösteriyoruz çoğunlukla.

Oysa toplumun vicdanını yaralayan, “ataerkillik, gelenek-din çatışması, eril dil vs.” gibi pek çok kavramla düğümlenmiş bir gündem olan “kadına şiddet” bu reflekslerden dolayı gerektiği gibi anlaşılamıyor.

Hastalığın yanlış ve eksik teşhisi, doğrudan ve dolaylı sebeplerinin okunamamış olması doğru bir ilaç sunmayı olanaksız kılıyor.

Bu yüzden biz de bu sayıda öncelikle “kadına şiddet”in kökenlerini araştırmaya gayret ettik. Peki neden konuyu yalnızca “şiddet” değil de spesifik olarak “kadına şiddet” olarak belirledik?

Tek başına “kadına şiddet” her gün beslenen, her gün kurban veren, sayısız mağduriyet üreten, insanı-kadını-aileyi yaralayan, bedenlerde-ruhlarda-kalplerde-mânevîyatta silinmesi güç izler bırakan “ehemmiyetli ve büyük” bir mesele.

Bu konuyu ayrıca işlememizin sebebi, göz önünde olana gözünü kapatmaktan vazgeçmek, hislerle tepki verilen bu meseleye “hak” eksenli bakabilmek için bir adım atma isteğidir.

Güncel meseleleri mercek altına alırken, meseleyi sıradanlaştıran popüler kelimeler, ideolojik düşünceler, faydasız ve sığ tespitler, ataerkil hafıza, hissî ve aşırı söylemler gibi hakikatten uzaklaştıran sayısız tuzakla karşılaşılıyor.

Bu bağlamda “kadına şiddet” sayısında toplumsal bilinçaltımızda kökleşmiş, İslâm’dan ve fıtrattan uzak her türlü davranış ve düşünce kalıbının, değer yargısının “kadın” özelinde irdelenmesini amaçladık.

Geleneğin-alışkanlığın-kültürün “din” adı altında satıldığı ve bazen yaftaladığı hengâmda elimizden geldiğince bu konu ekseninde gelenek/kültür ve İslâm/Hak arasındaki sınırı belirginleştirmeye çabaladık.

Yani İslâmiyet’in, kuvvetin güçte değil Hak’ta olduğunu vurgulayan, herhangi bir güç veya cinsiyetin yüceltilmediği hakkaniyetli bakış açısıyla “kadına şiddet” üzerine fikir teatisinde bulunmaya niyet ettik. Bu minvalde fenâ ve fânî adamların güzel ve bâkî sözlerini zikretmişsek veya farkında olmadan herhangi bir “izm”le benzer cümleler kurmuşsak da biz nazarımızı düşünce kalıplarının dışında tutmaya uğraştık.

“Meslekler, mezhepler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur” kaidesini de burada hatırlatmak yerinde olacaktır. İstikametli ve istifadeli bir çalışma olması duasıyla…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*