Evet, imanlı fazilet medar-ı tahakküm olmadığı gibi,
sebeb-i istibdat da olamaz.
Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir.
Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev’-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.
Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tamme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.
Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitapları yazdırır ve bir şey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev’i ile de binler nev’in vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenab-ı Hak, insan nev’ini, binler nev’ileri sümbül verecek ve hayvanatın sair binler nev’ileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvalarına, latîfelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp, hadsiz makamatta gezecek istidad verdiğinden, bir nev’i iken, binler nev’i hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.
İşte nev’-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zembereği, müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve hâlbuki o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zatın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün: “Ne mümkün zulüm ile, bîdâd ile imha-i hürriyet?/ Çalış, idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!” sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim: “Ne mümkün zulüm ile, bîdâd ile imha-i hakikat?/ Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!” Veyahut “Ne mümkün zulüm ile, bîdâd ile imha-i fazilet?/ Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!”
Evet, imanlı fazilet medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir.
Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 287
LÜGATÇE:
adalet-i tamme: tam ve eksiksiz olan adalet.
bîdâd: adaletsizlik; zulüm, işkence.
burjuva: zengin tüccar, şehirli, soylu.
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah (cc).
fıtrat-ı beşeriye: insanın yaratılışı, insanın tabiatı.
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı.
hilkat: yaratılış.
istibdat: despotluk, hak ve hukuku tanımama, zorbalık.
kanun-u fıtrat: yaratılış kanunu.
kuva: insandaki hisler, duygular, kuvvetler.
medar-ı tahakküm: zorbalık sebebi, tahakküm vesilesi.
müsavat: eşitlik.
müsavat-ı hukuk: hukuk karşısında eşitlik.
müsavat-ı mutlaka: tam eşitlik; kayda ve şarta bağlı olmayan eşitlik.
sebeb-i istibdat: istibdadın sebebi; baskı, zorlama nedeni.
tabaka-i havas: havas tabakası, yaşayışça üstün ve zengin olan sosyal sınıf.
tahakküm: zorbalık etme, zorla hükmetme.
tagallüb: zorbalık, üstün gelme.
tenevvü: çeşitlenme, çeşit çeşit olma.
terakkî: yükselme, ilerleme.
zîhayat: hayat sahibi, canlı.
İlk yorumu siz yazın