Ateşin söndüremediği

“Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır”

Nedim, meşhur kasidesinde İstanbul’un bir taşı için tüm Acem ülkesini feda eder. Tarih boyunca İstanbul birçok medeniyetin ev sahipliğini yapmıştır. Dolayısıyla bu şehir her daim kalabalıktı. Her karışından ayrı bir uygarlığın taşının çıktığı bu toprakların, hiç şüphesiz kültür başkenti İstanbul’dur. Güzellikleri, mimârî yapıları, şairleriyle meşhur bu şehir, insanları cezbeder ve bir kere bu rüzgâra kapılan artık onu bırakamaz. Tarih boyunca geçirdiği felaketler hiçbir zaman onun terk edilmesine sebep olmadı. Ne yangınlar, seller, depremler gördü; yıkıldı, yeniden mâmur oldu.

Bu ay yazımızda tarihî İstanbul yangınlarını ele alacağız. Bu yangınlar birçok şaire ilham olmuş, âşıklar bu yangınlara kendi “âh” kıvılcımlarının sebep olduğunu söylemişlerdir. Yanan sadece İstanbul’un ahşap evleri değil, çığlıklar sefil halkına ait değildir. Şâirlerin ciğerleri de yanmış, göklere “âh” nidası da yükselmiştir.

İstanbul ve halkının derinden etkilendiği hazin hadiselerin başında gelen yangınlar bir kıvılcımla şehrin yarısını ateşe verecek şekilde büyüyordu. Kaydı tutulmuş o kadar çok yangın vardır ki bunlar beş döneme ayrılır.

İlk dönem, “Yangın tulumbacılarının bulunmadığı dönemdeki yangınlar”. İlk kaydı 1510’da tutulan yangından 1714’e kadar tulumbacılar teşkilâtı dahi yoktu, bu dönemde Balat, Ayazma Kapısı, Oduncu Kapısı, Fener kül olmuştu. 1692’de hallaç dükkânında çıkan yangın Ferrah Kethuda Camii’nden Kesmekaya’ya kadar pamuk gibi tutuşmuştu.

İkinci dönem, “Yeniçeri Tulumbacıları Dönemi Yangınları” olarak adlandırılır ve 1714-1826 yılları arasını kapsar, 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılınca tulumba ocağı da kaldırılmıştı. Bu döneme kadar İstanbul, kim bilir hangi âşığının âhı buna sebepti, yanmaya devam etti. 1721’de Balat Hacı İhsan Mahallesi’ndeki bir dükkânda başlayan yangında III. Ahmet ile sadrazam Damat İbrahim Paşa hemen olay mahalline gelmişlerdi. Ellerinden hiçbir şey gelmeyen devletlû Sultan III. Ahmet karaya çıkmamaya ikna edildi ve kızıl suda bulunan saltanat kayığından karadaki kızıl cümbüşü seyrederek yalnızca dua edebildi. Hususen Yahudî tebaanın yaşadığı semt ne yazık ki âteşe teslim olmuştu. Bunu takip eden yıllarda Ayasofya etrafı, Fener, Balatkapı, Samatya, her gün batımında bir yangın var zannettiğimiz âteşler içinde Üsküdar, büyük maddî hasarın mahali Kapalı Çarşı, Aksaray, Cibali, Tekfur Sarayı etrafı ve Haliç’in kıyıları yanmaya devam etti. Bu yangınlar binlerce canı yakmıştı.

Üçüncü dönem, bahsedilen Yeniçeri Ocağı’nın dolaylı olarak Yeniçeri Tulumbacıları Ocağı’nın kapanmasının ardındaki dönemdir.

Yazının devamına dergimizin Kasım sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*