Bakmak ve görmek

Merhaba Sevgili Gençler!

Bir akademisyen olarak, siz genç okuyucularıma; hayatın akışı içinde kendimce önemli gördüklerimi tespit edip, onları sizlerle paylaşmak ve deneme-yanılmaları tecrübeler yardımıyla en aza indirmek gibi bir amacımın olduğunu bir sohbet havası içinde sizlere sunmak istiyorum.

İlgilendiğim alanlar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Sizlerle yapacağım paylaşımlar; bazen bilimsel bir deneyden/keşiften, bazen ormanda çürüyen ağaçtan, bazen topraktan, bazen taşlardan, bazen güneşten, bazen pedagojiden, bazen ahlâkın kilometre taşlarından olacak… Kısaca, “hem bakmak hem de görmek nasıl olur”un yol ve yordamından seçmeler yapacağım sizler için.

Hocam bize ne tavsiye edersiniz?

Bu soruya pek çok kereler muhatap oldum ve pek çok insan da muhatap olmaktadır. Tavsiye türü bilgilerden yararlanmak fevkalade önemlidir. Etrafımızda birçok deneyler yapılıyor, onlardan yararlanmak lâzım. Her şeyi deneyerek öğrenme lüksümüz yoktur, ağır bedeller yükleyebilir.

“Denenmişi denemeyin”, sözü büyük bir kılavuzdur. Böyle konusu belli olmayan bir tavsiye talebine muhatap olduğumda benim ilk cevabım “konuşmak” üzerinde odaklaşmaktadır. Başkalarının tercihi farklı olabilir. Konuşmak bir güçtür, onun kurallarını bilmek ve onu iyi yönetmek lâzım.

Hani demişler ya, “Söz ola kese başı, söz ola kestire başı.”

İşte tavsiyelerimiz:

1) Meramınızı ifade edecek kelime haznesine ulaşınca, esas konuşmanın gücünü keşfetmek ve onu yönetmek lâzım. Muhatabınızı ve kendinizi zor durumda bırakmayacak bir konumda olmak; ne yenmek olmalı ne de yenilmemek, çünkü bunlara uyulmazsa öfke ve kavga başlar. O zaman konuşma bitmiş demektir. İnsanlar yenilgiye talipli değildir. Konuşmalarda galip ve mağlup pozisyonlarından kaçınmak gerekir, üstelik bu çok tecrübe isteyen bir incelik işidir. Bunun için; “Kime karşı konuşuyorsunuz? Nasıl söylüyorsunuz? Niçin söylüyorsunuz? Ses tonunuz söylediklerinizle uyumlu mu?” gibi soruları dikkate almak gerekir. Bunlara ilave olarak; “Ne zaman ve nerede?” sorularını da sayabiliriz. Atalarımızdan gelen bilgece miras; “Büyük lokma yut, fakat büyük laf konuşma” şeklindedir.

2) Herkes mutluluk veren bir konuda rahat konuşabilir. Esas olan gerilimli zamanlarda konuşabilmek ve süreci sakin bir zaman aralığına taşıyabilecek cümleleri kurabilmektir. Fırtınalı ve dalgalı bir denizde olduğumuzu ve hepimizin üzerinde ömür boyu, gemiyi kurtaran kaptan rolünün olduğunu asla unutmamak lâzım.

3) Konuşmanın ikinci büyük gücü, zamanında susmaktır. Özellikle çılgına dönmüş muhatabınız olursa, ona fırsat tanımak ve yumuşatıcı sözleri kısa ve öz bir şekilde  ifade etmeyi öğrenmektir. Etrafımızda, bu kontrol edilemeyen öfke yoluyla şeytanın tuzağına düşenlerin şöyle cümleler kurduklarına tanık olmuşuzdur: Sen kim oluyorsun? Haddini bil, yoksa sana haddini bildiririm. Sana yıldızları saydırırım… Bu gibi sözler aşağılayıcı ve hafife alma şeklinde olacağından ciddi tepkilerin oluşmasını tetikler. Bunların yerine daha olumlu sözcüklerle cümleler kurmayı öğrenmek ve dil alışkanlığı hâline getirmek lâzım. Hakaret bir aşağılamadır ve o dili kazanmamalıdır.

4) Konuşanlara İslâmî kültürün büyük tavsiyesi: “Konuşuyor musun? O hâlde doğruyu söyle, fakat her doğruyu söylemek senin hakkın değil.” İnsanlar arasında güvenin en büyük kaynağı doğruyu konuşmak üzerine kuruludur. İnsanların en duyarlı olduğu konulardan biri kendilerinin aldatılmış olmalarıdır. Bediüzzaman, Ne aldanırız ne de aldatırız” diyerek büyük bir tavsiyeyi insanlık adına yapmıştır. Alman Prensi Bismark, “İnsanları aldatmak mı istiyorsunuz? O hâlde doğruyu söyleyin derken” Bediüzzaman da: “En büyük hileyi hilesizlikte buldum” diyor.

5) Evet ve hayır demekten kaçının. Bir dil, binlerce kelimesiyle evet ve hayır arasına sığmıştır. O hâlde uygun cümleyi bulmak lâzım.

6) İnsanlar kelimelerle konuşur, fakat kavramlarla düşünür. İşte günlük yaşam için kullanılan dilin üzerine çıkmak için ahlâkın, sosyolojinin, psikolojinin vs. dili olan kavramları öğrenmeye özen gösterin. Böylece dilin ve konuşmanın büyük gücünü kullanan ve yöneten olacaksınız. Unutmayın ki, insanın kişiliği ve kimliği dilinin ucundadır.

 

1 Yorum

  1. Merhaba Hocam,
    Makalenizi arkadaşımın tavsiyesi üzerine okudum. Öncelikle bu güzel paylaşımınız için teşekkür ederim. Okurken hislerime tercüman olan olduğunuzu farkettim. Biz gençler olarak, siz büyüklerimizin böylesi önemli konularda tavsiyelerine çok ihtiyacımız var. Ben de gündelik yaşantımda kaleme aldığınız hususlara bir hayli dikkat etmekte ve önemsemekteyim. Sizin de son cümlenizde belirttiğiniz gibi ” Üslûp kişinin kimliğidir.” Ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz önemlidir. Konuşma, kişinin aklî ve kalbî seviyesini, îmânî ve ahlâkî durumunu gösteren mücellâ bir ayna gibidir. Nitekim büyükler; “İnsan, dilinin altında gizlidir.” demişlerdir. Dolayısıyla, ince ruhlu ve zarif bir mü’minin konuşması da nâzik ve edepli olur. “Üslub-u beyan ayniyle insan.” derler. Kimliğini kaybeden kendini kaybetmiştir. İnsan okuduğu kitaptan değil ettiği hitaptan tanınır. Konuşmadan önce düşünmek, sözün varacağı noktayı iyi hesab etmek gerekir. Konuşmak, eline bir taş alıp atmak gibidir. O taşın nereye düşeceğine dikkat etmelidir. Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ da bu hakikate işâretle:
    “…Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma!..” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
    Söylenmiş bir söz, yaydan çıkmış bir ok gibi bir daha geri dönmesi mümkün değildir. İnsan, söylemeden önce sözünün hâkimi iken, söyledikten sonra onun mahkûmu olur. Söylenmemiş bir sözü her zaman söyleme imkânı vardır. Fakat söylenen bir sözü de daima müdâfaa etmek veya hesabını vermek gerekir.  Bu yüzden söz söyleme, sadece meramı ifade etme değil, sorumluluğunu da almamız gereken bir eylemdir. Okumuş olduğumuz başka kaynaklarda da konuşma adabına, muhatabımıza hitap şeklimize, ses tonumuza, konuşurken hangi sözcükleri kullanıp nasıl bir cümle kuracağımıza, düşünerek, kalp kırmadan ve incitmeden nasıl konuşmamız gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu kaynakların en güzeli, ağız ve söz disiplininin incelikleri/gerekliliklerini bize öğreten Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilmiştir;
    Nasıl konuşmalıyız?
    Kibarca konuşmalıyız. (Bakara 83)
    Gerçeği konuşmalıyız. (Al-i İmran 17)
    Zarifçe konuşmalıyız. (İsra 23)
    Dürüst konuşmalıyız. (İsra 28)
    Yalansız konuşmalıyız. (Hac 30)
    Anlamlı konuşmalıyız. (Müminun 3)
    Bu doğrultuda,  mü’min bir ağzın sahip olması gereken dilsel gerçeklikler Kur’ân bağlamında ele alınmış ve söz söylemenin sorumluluğu ayetlerle anlatılmıştır. Söz söylemenin sıradan/rutin bir eylemden çok daha fazlası olduğu ayetlerle de açıklanmıştır.
    Ne yazık ki günümüz toplumunda, sosyal, özel ve aile ilişkilerinde söylenen sözler arasında fark kalmamış, benmerkezcilikle istediğimi istediğim şekilde konuşurum tarzında bir yaklaşım sergilemeye doğru yönelmiştir. İnsanların ağza yakışmayan, kaba, bağırarak, hakaret ve argo sözcükleri içinde barındıran konuşmalar yapmasının, kişinin kalbini ve dilini ifsad edeceği kanaattindeyim. Konuşarak iletişime geçen insanın belki de en zor mücadelesi ve zayıf noktası da budur. Çünkü sürekli konuşan insanın ancak derinlere yerleşmiş bir ahlaki bilinci varsa söyledikleri hakikate uygun olabilir ve amelleri şekillenebilir. Rabbimiz biz kullarını, Âlemlere Rahmet Efendimiz’in rahmet lisânına âşinâ kılsın!
    Amin.
    Son olarak; bu hisleri yazınızla ben de tekrar canlandırdığınız, içimi dökmeme vesile olduğunuz için çok teşekkür ederim. Emeğinize, kaleminize ve yüreğinize sağlık hocam.
    Saygılarımla.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*