Fıtraten medenî yaratılmış canlılar olarak sosyal bir hayat yaşıyoruz. İnsanın ferdî yaşaması pekâlâ mümkünse de insâniyetin inkişaf etmesi için bir ve beraber olmak durumundayız. Elbette bir arada olmanın getirdiği bazı yükümlülükler ve düzenin devamı için uyulması gereken bazı hakikatler vardır. Yazımızın konusunu oluşturan “sıdk”, bu hakikatlerin birincilerindendir. Bildiğimiz gibi sağlıklı bir toplum ancak karşılıklı güven ve doğruluk esasları üzerine yükselebilir. Zaten bu yüzden İslâmiyet’in üssü’l-esası ve ukde-i hayâtiyesi sıdktır.
Oldukça geniş ve pek mühim bir kavram olan “sıdk”ı anlamak için bu mefhumun etrafına bazı çizgiler çekmeye çalışacağız. Çeşitli sözlüklere, kitaplara bakarak bu konu üzerine söylenmiş şeyleri düşünce süzgecimizden geçirmemiz ve bir hülâsa elde etmemiz gerek. Bu konuda İslâm Ansiklopedisi’nin “sıdk” maddesi oldukça güzel hazırlanmış. “Sıdk” deyince çoğumuz “doğru sözlü olmak”ı anlarken bunu çok derinlemesine düşünmeyiz. Fakat ansiklopediden öğreniyoruz ki; bir şey zatında doğru olabilir, ama kişi onu söylerken onun doğru olduğuna inanmıyorsa bu söz yalandır. Mesela bir münafık “Allah’tan başka ilâh yoktur” dediğinde söylediği şey doğru olduğu, hakikaten Allah’tan başka ilâh olmadığı hâlde onun bu sözü yalandır. Bu daha önce fark etmediğim bir nüanstı.
Yine ansiklopediden bi’l-mânâ aldığımız bazı bilgilerle ilerleyelim: Hadislerde doğruluğun huzur; yalancılığın kuşku ve huzursuzluk kaynağı olduğuna dikkat çekilmiş, zor durumlarında insanları ancak doğruluklarının kurtarabileceği bildirilmiştir. Kelâm ilminde bütün peygamberlerin beş niteliğinden biri olarak “sıdk” belirtilmiştir. Ehemmiyetine binâen pek çok âlim bu kavramı kitaplarında incelemiş, detaylı bilgiler serdetmiştir.
Ansiklopediden aynen alıntı yapalım: “Râgıb el-İsfahânî, sıdkı evrenin varlık sebeplerinin en önemlilerinden biri sayar. Çünkü “sıdk”, hakikatin ifadesi olup, hakikatin bir an ortadan kalktığı farz edilse artık evrenin düzeni de ortadan kalkar. Aynı âlime göre doğruluk bütün iyi ve güzel şeylerin temeli, peygamberliğin dayanağı, takvânın meyvesidir. Öte yandan bir kimsenin, yalanı huy hâline getirmesi onu insanlıktan çıkarır. Çünkü konuşma yeteneği insanın özelliğidir. Yalancı olarak tanınanın sözüne güvenilmez, sözüne güvenilmeyenin konuşması fayda getirmez; sözü faydasız olan ise hayvanlarla eşit duruma düşer, hatta böylesi hayvandan da aşağıdır; çünkü yalan söyleyerek zarar verir. Kur’ân-ı Kerîm’de doğru yoldan sapanlar için, ‘Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da şaşkındır’ (Furkan Suresi: 44) ifadesi kullanılmıştır.”1
Buradan sonra Mâverdî adlı âlimin sıdkla ilgili görüşlerine sıra gelir. Mâverdî, bazı durumlarda sıdkın, yalanla aynı derecede kötü ve çirkin olabileceğini belirtir ki bu durumlar gıybet, nemime ve siâye denilen laf taşıma olaylarıdır. Burada Bediüzzaman’ın veciz ifadesini tekrar etmekte fayda var: “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir.”2 Seyyid Şerîf-i Cürcânî’nin belirttiğine göre ise, hakikat ehli “sıdk”ı, “ölümü pahasına da olsa gerçeği söyleme” diye tarif etmiştir.
İlk yorumu siz yazın