“Başka bir yaşam mümkün mü?” sorusuna bir cevap denemesi

Tarihçi Eric Hobsbawm 20. yüzyılı “aşırılıklar çağı” olarak nitelendiriyor. Niye olduğunu anlamak güç değil: İn­sanlık, binlerce yıl boyunca yaptığı iyi-kötü her şeyin bir mislini son bir yüzyılda üretti. Tabiri caizse, bir senelik balgamı bir günde tü­kürdü. Keşfedilen topraklar, yeni malzemeler, ileri teknolojilerden en çok nasibini alan da belki tüke­tim alışkanlıkları oldu.

Piyasaya sürülen her yeni ürün, artık doyum noktasına ulaşmış kitleleri tüketime teşvik etmek amacıyla yaşam tarzı, kimlik ifade­si, değer göstergesi olarak sunuldu. Hâliyle son yüzyılda değişen tek şey tüketim alışkanlıkları ve yaşam biçimi olmadı; hayata bakışımız, kâinatla kurduğumuz ilişki ve algı­larımız da tüketim ve pazarlamayla şekillendi.

İsraf, iktisat, kanaat, bereket, şü­kür, ihtiyaç kavramları yerini kolay, pratik, hızlı, ucuz, bulunsun’a bı­raktı. İnsan, hayatın hızlanması ve kolaylaşmasıyla, endüstrinin geliş­mesiyle kâinata ayak uyduran değil, tahakküm eden pozisyonuna geçti. Uzaklaştı, tamamen yabancılaştı. Müthiş bir illüzyondayız aslında, her şeyden o kadar uzak yaşıyoruz ve ne tükettiğimizi, neye mâl oldu­ğunu o kadar bilmiyoruz ki. Para diye bir şey uydurduk, aldığımızın bedelini parayla ödedik zannedi­yoruz. Sırtımı kalorifer peteğine yaslamış dışarının soğuğunu zerre hissetmez ve çamaşırlarım çama­şır makinesi tarafından yıkanırken aklıma bile gelmiyor, “Bu kaloriferi ısıtan doğalgaz nerelerden geçip ge­liyor? Bu makine suyu nereden alıp nereye boşaltıyor? Faturayı ödemek­le bedelini ödemiş, sorumluluğumu yerine getirmiş mi oluyorum?”

Bir eşya neye mal olur, diye sor­duğumuzda parasal değerini kast ediyoruz, insandan başka hiçbir canlı için hiçbir anlamı olmayan bir değer sistemi ile ölçüyoruz. Ne bencillik!

İnsan, aklı gözünde bir mahlûk­tur. Önündekini görür, bilir, gözü­nün önünden kaybolunca unutur, sanki yok olmuştur. Kalabalık bir grup toplanır, pastalar börekler ye­nir. Pastasını bitiren elindeki plas­tik tabağı-çatalı çöp poşetine atar. Eğer çöpleri dışarı çıkarma görevi onun değilse bitmiştir onun için, o tabak artık yok olmuştur. Görevli çöpleri atar, onun işi de bitmiştir. Faillerin nazarında çoktan yok ol­muştur, ama plastik tabak bin yıl boyunca oradan oraya gezecektir. Eline sağlıktır, pasta da pek leziz olmuştur. Plastik tabağın parçala­rını yiyen balık için de leziz midir bilinmez, zehirlendiği için kendisi­ne soramıyoruz. Acaba Efendimiz (asm), ahir zamanda denizlerdeki balıkların bile insanlardan şikâyet­çi olacağını söylerken, sahabelerin aklına, insanın, oturduğu yerden denizlerin dibine kadar zarar vere­bileceği gelmiş miydi?

O kadar çok, durmadan, bak­madan üretip tüketiyoruz ki, tü­kenmek kavramı da silikleşti. O elbisenin bedeni kalmadıysa di­ğerinin vardır, olmadı sonraki se­zon gelir. Evde bittiyse markette vardır, orada da yoksa yanındaki markette mutlaka vardır. Mağaza­da bulamadıysak internetten alırız. Kaynak demek, mağazanın depo­su, bankadaki hesap demek artık.

Yazının devamına dergimizin Ocak sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*