Gettolaştıramadıklarımızdan mısınız?

Merhaba Sevgili Keçeli;

Bu ay bahsedeceğim konu, birlikte bazı ortak özellikleri sonucu bir arada yaşamak isteyen veya dış etkenler nedeniyle bir arada yaşamak zorunda bırakılan insan toplulukları, yani günümüz kullanımıyla “getto”lar hakkında. Bu konunun bana enteresan gelme sebebi de geçen ay dünyanın ilk gettosunu gezme fırsatı bulmuş olmam.

Şimdi konuya başlamadan önce biraz göçten, göç etmekten bahsetmekten istiyorum: İnsanlığın var olduğu günden beri süregelen ve toplumların kültürel, ekonomik, sosyal yapılarının değişmesine, zenginleşmesine vesile olan nüfus değişimlerine göç deniyor. Bu nüfus değişimleri esnasında da bazı ortak özellikleri sonucu bir arada yaşamak isteyen veya dış etkenler nedeniyle bir arada yaşamak zorunda bırakılan insan toplulukları da günümüz kullanımıyla “getto”ları oluşturuyor. (Bildiğinizden eminim ama benim de konuya giriş yapmam gerekiyor. 🙂 ) Gettolar ülkemizde genelde köyden kente göç ile oluşmaya başlamış. Mesela aynı köyden, Anadolu’nun bağrından kopup gelen işçilerin birbirlerine yakın yerlerde yaşamaya başlamasıyla İstanbul, Ankara gibi büyük illerin içinde gettolaşmayı başlatmış oluyor.

Getto kavramı ile alâkalı olarak yeni öğrendiğim bir bilgi ise, bu sözcüğün 1516’da İtalya’nın Venedik kentindeki Cannaregio bölgesinde kurulan Yahudi gettosundan dolayı kullanılmaya başlanmış olduğu. Yani bu kelimenin ilk kullanım alanı Venedik’te kurulan bu getto. Hatta bazı söylentilere göre İtalyanca’da “gettare” dökümhâne demekmiş, sonradan bu sözcüğü söylemekte zorlanan yeni yerleşimciler bölgeye getto demeye başlamış. Böylece esasen metal dökümhânesi olarak kullanılan, hava kalitesi düşük olan bu endüstriyel enkaz Yahudiler’in yerleştirildiği yer olmuş.

Yahudiler, korunma talebiyle Venedik Cumhuriyeti’nden kendilerine böyle bir alan sağlanmasını istiyorlar, tabiî kendilerine sağlanacak alanın zamanla onlara dar geleceğinden habersizler. Hatta bir zaman sonra Venedik yerlileri ve Yahudilerin herhangi bir ilişkisi olmasın diye gettoya kapılar yapılacağından ve girişçıkışın kontrol altına alınacağından da habersizler. İş o kadar çığırından çıkıyor ki, gettonun kapıları belli bir saatten sonra kilitleniyor ve eğer Yahudiler gün içinde dış dünyaya kapalı olan gettolarından çıkacaklarsa yakalarına sarı bir rozet veya başlarına bir başlık takıyorlar ki şehrin başka yerlerine gidebilsinler.

Yahudiler bölgeye alınıyor, ama Venediklilerin bir şartı var, o da finansal destek. Venedikli tüccarlar, ticaret için ihtiyaç duydukları sermayeyi Yahudi bankerlerden almaları karşılığında onlara barınacakları bir alan sağlıyor. Bunun yanında Yahudilerden yüksek vergiler alınıyor, yoksullara ve devlete kredi veriyorlar. Böylece Venedik halkı yeni yerleşimciler tarafından ekonomik olarak desteklenmiş oluyordu. Hatta gettoda kurulan Banco Rosso da bu amaçlara hizmet için kurulmuş bir banka.

Bu bölgeye ilk başta Aşkenaz Yahudileri gelmiş, yani Avrupa’dan gelenler anlamına geliyor, sonra Seferadlar, onlar da İspanya’dan gelenler demek, derken küçücük bir alana sıkışmış olan bu Yahudiler, getto içine, zamanın gökdelenleri sayılabilecek evler inşa ediyorlar. Amaç az alana çok insan sığdırmak olduğundan dikey yerleşim planı başlatılmış oluyor ve 7-8 katlı apartmanlar dikiliyor. Hatta bu evlerin bir özelliği de aşırı alçak tavanlı olmaları.

Normal uzunlukta denecek insanların bile ayakta dik bir şekilde duramadıkları bu evlere dıştan bakıldığında da üst üste dizili pencerelerden dolayı anlayabiliyorsunuz tavanlarının normale göre çok alçak olduğunu. Getto yetersiz kalmaya başladığı dönemlerde ilk adı Ghetto Novo (resimde pembe ile gösterilen bölge) olan kısma eklemeler yapılıyor ve Ghetto Vecchio (resimde mavi ile gösterilen bölge) ortaya çıkıyor daha sonra da Ghetto Novissimo (resimde pembe ile gösterilen bölge) yani Yeni Getto da bu alana dâhil ediliyor.

Hatta Ghetto Novissimo önceki kısımlara göre biraz daha lüks bir yerleşim yeri ve bu zenginliğin göstergesi de direkt suya açılan kapılar oluyor. Suya açılan kapın varsa, kapında da bir kayığın varsa tabiî.

Bu genişlemelere rağmen insanlar yine de sığamıyordu, 5000 insanın 2 hektar alana sıkıştırılması, sağlıksız koşullar derken bir de veba salgını çıkıyor ki, nüfusun büyük çoğunluğu hayatını kaybediyor. Sonrasında II. Dünya Savaşı ile de nüfus neredeyse tamamen yok oluyor, çünkü burada yaşayan insanlar farklı ülkelerdeki toplama kamplarına götürülüyor. Aradan geçen 500 yıldan sonra gettoda şu an yaşamakta olan az kişi var, yani o eski kalabalıktan eser yok. Sadece insanlar geliyor, geziyor ve gettodaki kültür sanat faaliyetlerine katılıyorlar.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*