
Doğum günü, söz, nişan, baby shower, kırk uçurma, diş buğdayı, Kur’ân partisi, sünnet ve daha niceleri… Kabul edelim, millet olarak özel günleri seviyoruz. Sevdikleriyle bir araya gelmek, yemek/yedirmek, eğlenmek, fotoğraf çektirip anılar biriktirmek pek çoğumuzun hoşuna gidiyor. Ne var ki, bizim için mânen önemli bu günleri güzel organizasyonlarla geçirmek istemenin bir nedeni de gösteriş duygusu ve tabiî ki görenek.
Günümüzde hem sayıları hem de her birine verilen önemin arttığı bu özel günler için özel organizasyon firmaları çalışıyor. Geliyorlar; yeme, içme, süsleme, fotoğraf çekme, hediyelikler hepsini halledip gidiyorlar. Gerçekten o kadar güzel iş çıkarıyorlar ki, gören aynısından istiyor. Birçoğumuz, neyi/neden kutladığının farkında bile değil oysa. Örneğin baby shower, adından da anlaşıldığı üzere Amerika’da ortaya çıkmış bir akım ve amacı “bebek bekleyen çift, henüz bebek için gerekli alışverişi yapmadan, insanlar gelip hediyelerini versin de ona göre ihtiyaçları alsınlar” olan bir davet. Esasında anne-babaya maddî destek sağlaması gerekirken, bu zamanda yapılan baby shower partilerinin sebep olduğu masraf dudak uçuklatan cinsten.
Diş buğdayı; Anadolu geleneğinde, sıkıntılı diş çıkarma sürecinde anneye moral/motivasyon amaçlı toplaşıp buğday pişirmekten ve biraz keyifli vakit geçirmekten ibaret olduğu hâlde, şimdiki davetler, annelerin stresini mi alıyor yoksa onları daha çok strese mi sokuyor, gelin düşünelim. Dinî eğitim veren anaokulları da bu âdete uyup Kur’ân partileri yapıyor son zamanlarda. Çocukların Kur’ân-ı Kerîm öğrenmesi teşvike, takdire ve tebriğe şayan elbette, yanlış anlaşılmasın. Benim derdim, bütün bu kutlamaları yaparken bazen israfa giriliyor olmasıyla ilgili. Zira içinde “Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz.”1 emrinin yer aldığı kutsal kitabımızın töreninde bile israf yapılabiliyorsa, diğer organizasyonlara ne demeli? Elbette “hayırda israf olmaz”; ama unutmayalım ki “israfta da hiçbir hayır yoktur”.2 Bu açıdan bu konu beni bir süredir düşündürüyordu.
Biz insanoğlu, diğer mahlûkata nazaran şâşaaya düşkünüz. Her şeyin en güzelini, en süslüsünü, en gösterişlisini arzu etmek fıtratımızda var. Dinimiz helâl dairesinde yapılan kutlamalara cevaz veriyorsa ve israf helâl değil ise, bu kutlamaları israfa yol açmadan gerçekleştirmek neden mümkün olmasın?
Öncelikle şunun bilincinde olmak lâzım, diye düşünüyorum: Bu davetler müsbet maksatlarla ve samimiyetle yapıldıkça kıymetlenir. “Bu olmazsa olmaz, filanca böyle kutlamış ben eksik kalamam, Ayşenur’un davetinde şu yoktu dedirtmem, öyle bir parti vereyim ki herkes beni konuşsun” düşüncesi zihnin arka planında işlediği takdirde samimiyet kapıdan çıkar gider, onun yerine israf gelir. Kutlama merasimlerini bir kenara bırakıyorum, son yıllarda cenazelerimize bile bir görenek belası musallat olmuş ki sormayın. Kıyıda köşede biriktirdiği parasını buna harcamak zorunda olan insanlar tanıyorum. Neymiş; cenaze sahibi, taziyeye gelen insanlara yemek verecekmiş. Üstelik misafirlerini gönderirken her birine birer hediye de takdim edecekmiş. (Annemin evinde böyle cenaze hatıralarından çok var, ondan biliyorum.)
Hâlbuki dinimiz, bu durumun aksine, cenaze çıkan eve ikram götürmeyi öğütler. Ailesinden bir ferdin vefatının üzüntüsü içerisinde olan hane sahibinin omuzlarına bir de maddî-mânevî böylesi bir iş yüklemek insaftan uzak değil mi? Maalesef toplum acımasızca bekler, o insanlar da acı içerisinde ve istemeye istemeye bu görevi yerine getirir. İşte görenek böyle bir şey.
El âlem ne derse desin, eğer kişinin şartları bunlara elverişli değilse yapmasın, diye düşünen olabilir. Eski burjuvazik toplum yapısına sahip olsa idik, belki olabilirdi.
İlk yorumu siz yazın