Hakikî san’at

San’at meselesi üzerinde söz söylemeye liyakatimiz yok, ama kimse “sadece liyakatliler konuşabilir” demediği için biz de birkaç kelime karalamaya cesaret bulduk. San’at deyince herkesin aklında bir mânâ beliriyordur, ama biz özetle iyi ve güzel olanı aramak diyebiliriz. Bu mânâsının yanında, ustalık ve hüner1, bir işi yapma becerisi anlamlarını da içinde barındırıyor. Bu yazıda ele alacağımız san’at, daha çok ikinci mânâsıyla, bir ustalık işi mânâsında kullanılan san’at olacak.

Üzerinde bu kadar konuşulmuş san’at meselesinin hakikati nedir, san’atın gayesi ne olmalıdır, üzerine bir okuma yaptıktan sonra sözü her konuda olduğu gibi maddî kemâlâtta da mürşitlerimiz olan peygamberlere bırakmaya karar verdik. Madem cehalet, zaruret, ihtilaf düşmanlarına karşı san’at, marifet, ittifak silahıyla mukabele edeceğiz. Bu kadar mühim bir silah olan san’atı bize daha iyi kim anlatabilirdi? Merak ettik, acaba Peygamberimiz (asm) hangi san’atla iştigal etmiştir? Ya Bediüzzaman? Onun da bir san’atı var mıydı?

Sorduğumuz bütün soruların cevaplarını burada vermeyeceğiz, ama Yirminci Söz’ün İkinci Makamı’na hep birlikte bakıp san’ata bakış açımızı biraz değiştireceğiz. Mukaddeme çok güzel. Kur’ân, nasıl peygamberlerin mânevî kemâlâtından istifadeye bizi teşvik ediyorsa aynı şekilde onların mu’cizelerinden bahsetmesi de bizi maddî kemâlâta teşvik ediyor:

“İşte, enbiyaların mânevî kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu’cizatlarından bahis dahi, onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki, mânevî kemâlât gibi, maddî kemâlâtı ve harikaları dahi, en evvel mu’cize eli nev-i beşere hediye etmiştir. İşte, Hazret-i Nuh’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf’un (aleyhisselâm) bir mu’cizesi olan saati, en evvel beşere hediye eden, dest-i mu’cizedir. Bu hakikate lâtif bir işarettir ki, san’atkârların ekseri, her bir san’atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh’u (as), saatçiler Hazret-i Yusuf’u (as), terziler Hazret-i İdris’i (as)…”2

San’atçı denildiğinde aklınıza kimler geliyor? Ben bu yazıyı yazmadan önce ilk aklıma gelen kişi Picasso olurdu herhalde. Neden bilmiyorum, ama sanki san’atçılar sadece resim, heykel, müzik yapar gibi bir düşüncem vardı ve Picasso oldukça meşhurdu. Yukarıdaki parçayı okuduktan sonraysa tarihin en büyük san’atkârları olarak peygamberler görünüyor. İlk gemi, ilk saat ve dikilen ilk elbiseyi yapmaktan daha prestijli bir san’at olabilir mi?

Bu mukaddemeden sonra peygamber mu’cizelerini anlatan âyetlere ve o âyetlerin bizi san’ata, çalışmaya nasıl teşvik ettiğine bakarak, san’atın esas gaye ve hedefinin ne olması gerektiğini anlıyoruz. Misal:  “Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın bir mu’cizesine dair:

وَ اُبْرِئُ اْلاَكْمَهَ وَاْلاَبْرَصَ وَاُحْيِى اْلمَوْتٰى بِاِذْنِ اللهِ3

Kur’ân, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’ın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san’at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür. Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun. İşte, beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyâtından çok ilerideki hududunu şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor.”4

Demek ki Hz. İsa’nın ahlâkını nasıl örnek alıyorsak, aynı şekilde onun san’atı olan tıbba da çalışmamız lâzım. Bu bahsi okumaya devam ettikçe görüyoruz ki, nefsin tembelliğini bırakmak, çalışmak ve aramak, evamir-i tekviniyeye itaat etmek, Allah’ın kavânin-i âdet ve inayetine itimat etmek ve emrine musahhar olmakla ancak bu san’atların nihayet hududuna erişebiliriz. Hem de ne san’atlar! Havaya binmek, bir aletle vurduğu yerden su çıkarmak, ışınlanmak, kuşların dilini çözüp onları istihdam etmek, hatta cin ve şeytanları dahi kendimize musahhar edip, şerlerinden kurtulmak san’atlarını yapabiliriz. Ve anlıyoruz ki, san’atın asıl gayesi kabiliyetlerimizi inkişaf ettirebilmek ve bir çekirdek hükmündeki istidatlarımızı sünbüllendirmektir.

Bu mu’cizeler bahsinin en sonunda ise Hz. Âdem’in talim-i esma mu’cizesine işaret eden “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti”5 mealindeki âyetin lisan-ı işaretiyle söylediği şu mânâlar yazılıyor ki, demeye çalıştığımız şeylerin en san’atlı ifadesi budur:

“Kâinat içinde, bütün mahlûkat üstünde, en yüksek makamâta gitmek ve zemin gibi büyük mahlûkatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi, ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız. Fakat sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan rû-yi zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyâtınızda Şeytana uyup hikmet-i İlâhiyenin semâvâtından tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be vakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyâtınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esmâ-i Rabbâniyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.”6

Mesele uzun, yerimiz dar. Geri kalan kısımları aklınıza havale ediyoruz.

Dipnotlar:
1) Nişanyan Sözlük
2) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 285
3) “Allah’ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim.” Âl-i İmrân Sûresi: 49
4) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 287
5) Bakara Suresi: 31
6) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 294

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*