KAY! KAY! KAY! KAY-MA!

En sevdiğiniz hayvan hangisiiiii?

“Pembe bir kediiii”, demişti öğrencilerimden biri.

O kadaaarrr hayvan dostumuzun arasından kedileri pek beğenmemiş de, pembesi varsa en sevdiğim o, diyor.

Nesli tükenmekte olan pembe kuşları görmemiş anlaşılan ya da gösterilmemiş ona.

Neden gösterilmemiş?

E koşuyoruz!

Sabah erken kalkıyoruz, koşarak hazırlanıp evden çıkıyoruz.

Koşarak varmamız gereken, uğruna bütün hayatımızı şekillendirdiğimiz işimize gidiyoruz.

İş yeri yoğunsa işleri yetiştirmeyi, yoğun değilse; iş arkadaşlarıyla sohbeti, evdeki işleri, yapılacak alışverişleri, hangi yemeği pişireceğimizi belki de geçen gün ettiğimiz sohbeti düşünüyoruz.

Yani oturduğumuz zaman da zihnimizi koşturuyoruz.

Bir de işe gitmeyen insanlar var, hem de çoluk çocuk tasası olmayan (direkt tasa yazdım, büyüdüğümüz algısı beni dehşete düşürdü, o yüzden silmeyeceğim), belki yalnız, belki ailesiyle yaşayanların hayatlarına bir bakalım.

Uyaaaann ve güne enfes bir başlangıç yap!

Sonra sosyal medyaya, haber mecralarına gir biraz, canım tamamen terk et de demedik.

Kay kay kay kay kay kay! Sonra koy kenara.

Zihnin biraz o kaydığın şeylerde dolaşsın.

Sonra tekrar al eline. Kay kay kay kay kay kay! Sonra koy kenara, bağımlı değilsin!

Zihnin o kaydıklarında meşgul oladursun.

Namaz kılarken pat aklına gelsin, sonra biraz moral bozukluğu, ben neden odaklanamıyorum. Her rekatta, “Bak şimdi hiçbir şey gelmeyecek, müthiş odaklanarak kılacağım” ritüeli…

Neyse canım, namazını kıldın, tesbihatını ve namaz dersini yaptın. Aslansın, kaplansın, helal olsun.

Sonra? Hmmm… Eee biraz kay. Hak ettin sen bunu.

Sonuç olarak, yine zihin koşuyor mu, koşuyor.

Hayatımız ikiye ayrılmış gibi. Ya işe-gezmeye koşuyoruz ya bedenen oturuyoruz, zihnimizi koşturuyoruz.

Hangisi iyi?

Psikologcağızlarım herkesi ev ev dolaşsa, tahlil-tespit, hayatı yaşamanın püf noktaları reçetesi yapsa…

Oh mis gibi olur.

Çünkü çoğumuz normal olmadığımızın farkında bile değiliz.

Bize dışardan bakan bir göze ihtiyaç var.

O gözün her dediği doğru mudur?

Hayııırrrr!

Nasıl gözüktüğümüzü duymak iyi gelebilir mi?

Eveeeettt!

Burada, sen şöylesin/böylesin diyen sevgili ebeveynleri alkışlarla uğurluyoruz. Üsluplarını düzeltip gelsinler.

Genciz biz, damarlarımızda kan kımıl kımıl…

Bana sadece nasıl gözüktüğümü anlat.

Unutma! Herkes kendi bakış açısından görür.

Biz, konuşma arasındaki ‘aaa gerçekten böyleyim’ diye kimseye söylemesen de içinden ettiğin itirafların peşindeyiz.

İtiraf ettiğin şeyleri düzeltmeye yüreğin varsa, kimsenin alkışına ihtiyacın yok, kendi kendini alkışlaman yeterli.

Çünkü insan yetinen bir varlık değil.

Kendini Rabb’ine kanıtlaman yeter.

Kimsenin mükemmelliklerinin(!) kurbanı olmana gerek yok.

Gözlem demişken; ben mesela, bir ortamda telefonu eline alanlarla, aynı ortamı paylaşıp telefonu eline almayanlar veya eline alacak telefonu olmayanları (küçük çocuklar ve büyüklerimizi) gözlemlerim.

Aşırı hüzün dolu bir an bence!

Ve bu gözlemimin sonucunu, bana, “Ya uzaktan bir bak, nasılım?” desin demesin, herkese söylerim.

Eğer karşındakinin kay kay kay kay yapabileceği bir telefonu yoksa, yapma bunu, kayma!

Onun gözünde ne kadar yazık gözüktüğüne yemin edebilirim, ama ispatlayamam.

Bir bahane bulup içeri kaç, öyle kay daha iyi.

Telefondaki hazineden(!) karşındaki hazineyi göremiyorsun.

Boş boş birlikte oturmak bile bir paylaşımdır bazen, sessiz bir iletişim.

“Ne zaman bir şey söylemek istersen dinliyorum, buradayım ve seninle iletişime açığım” demenin göstergesidir bu.

Bazı oyunlar vardı, ‘seni özledim, bayağıdır benimle oynamadın’ falan diye bildirim gönderen.

Hiç böyle sosyal medya var mı? Yok!

Neden? Özletmiyoruz kendimizi çünkü. Bende çoktandır kaymadın, diyecek bir hâl yaşatmıyoruz ona.

Yani arkadaşım, anlayacağın; “Yaşıyoruz bu hayatı be!” de, yavaşla ve yaşa bu hayatı!

Zor olacak koşmaya alıştığın için, ama sonrasında tadından yenmeyecek kıvama gelecek.

Gözlerin var, kulakların, dilin, burnun ve tenin.

Bunlar neden var?

Tadına var diye.

Koşarken lezzetler anlaşılır mı? Anlaşılmaz!

O zaman yavaşla ve lezzetlere aç kendini.

En önemlisi de: Oku! Kendini oku!

Üstadın dediği gibi:

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa, hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var!”1

Kendimizi okumaya başladığımız yolculuğumuz bir ömür sürse ya şöyle, hiiiç gaflete dalmadan! Offf fıstık gibi olur.

Haydi inşaallah.

Dipnot:
1) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 770

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*