Bundan 12 sene önceydi. İlginç bir gazete haberine denk gelmiştim. Haberi okuduğumda o zaman için bazı tespitlerimi kaleme de almıştım. Şimdi bu haberi, sizlerle yeniden paylaşmak isterim:
“Yeni Zelanda Otago Üniversitesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Clark, günlük hayatta ve dil öğreniminde matematiksel düşünmenin önemini anlattı. Matematiksel düşüncenin, insanların günlük hayatlarında karşılaştıkları olaylara sistematik, doğru ve çabuk yaklaşmalarında büyük yararlar sağladığını ifade eden Clark, sistematik düşünce yapısı da denilebilecek matematiksel düşüncenin bazen de olayların doğru anlatılması, algılanması ve yorumlanmasında kullanıldığını kaydetti.
“Matematiğin mantık üzerine kurulu olduğunu ve herhangi bir olay karşısında bütün sebepleri ve buna dayalı bütün sonuçları hesaplayabildiğini dile getiren ve ayrıca matematiksel düşünce sistemini geliştirebilenlerin yabancı dili kolay öğrenebildiklerine de işaret eden Clark, ‘Yabancı diller kurallar çerçevesinde öğrenilir ve bu da zaten matematik demek. Matematikçiler, olaylara mantıksal çerçevede yaklaştıkları için, anadil ve yabancı dilin kendi yapısı arasındaki bağlantıları kolay şekilde çözümleyebilirler’ diye konuştu.” (2008)
Matematik, sayı ve ölçü temeline dayanarak niceliklerin özelliklerini inceleyen bilimlerin ortak adı olarak tarif ediliyor. Arapça’da Riyaziye veya Cebir olarak ifade edilir.
Tarifinden de anlaşılacağı üzere, sayı ve ölçü temellidir. Bu ise, yaratılıştaki ölçü ve orana işaret eder. Yani matematik bir anlamda, eşyanın yaratılışında var olan ölçü ve ahenkten doğmuş. Bazı filozofların matematiği ayrı bir bilim dalı saymaktan ziyade onu ‘bilimin dili’ olarak kabul etmesi de bu sırdan olsa gerek. Matematik adeta bütün bilimlere nüfuz etmiş, onlara ruh olmuş. Zira bilimler kâinattaki düzenli kuralların, ölçülerin neticesidir. Düzeni ortadan çekerseniz, bilim de kalmaz!
“Günlük hayatta karşılaşılan olaylara sistematik ve doğru yaklaşma” olarak tarif edilen “matematiksel düşünce” ise, kâinatta var olan düzene uygun hareket etmek şeklinde algılanabilir, diye düşünüyorum. Bu zaviyeden bakınca, aslında Yaratıcının, biz kullarından bir ölçüde ‘matematiksel düşünce’ beklediğini de söylesek, abartmış olmayız herhalde.
Bediüzzaman, Cenab-ı Hakkın sonuçları sebeplere bağlamakla ‘intizamı temin eden bir nizamı’ kâinata koyduğunu ve insanı da bu düzene, yani sebeplere riâyet etmekle mükellef tuttuğunu söyler.1 Nitekim muvaffakiyetin sırrı da burada yatar. “Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede [sosyal hayatta] bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata [yaratılış kanunlarına] muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz.”2
Bu pencereden bakınca anlıyoruz ki, “matematiksel düşünce” aslında “fıtrata uygun düşünmek ve hareket etmek” şeklinde de algılanabilir. Sebepleri dikkate alan ve onlara riayet eden bir anlayış…
Ancak bizce, bu “matematiksel düşünce”de unutulmaması gereken önemli bir husus, sebeplerin matematiksel olarak her zaman aynı sonuçları vermeyebileceğidir. Siz matematiksel olarak yapılması gerekeni en iyi şekilde yapmış olabilirsiniz, ama bu, beklediğiniz sonucu kesin olarak elde edeceğiniz anlamı taşımaz. Eşyaya belli bir matematik, ölçü ve düzen koyanın, dilediğinde o kuralları kaldırabileceği gerçeğini de hatırda tutmak gerekiyor.
Aksi takdirde matematiksel düşünce, esbabperestlik denilen ‘sebeplere tesir verme’ hastalığına dönüşebilir. Ve bu takdirde, meselâ Hz. İsa’nın (as) babasız dünyaya geldiği, Bedir’de üç yüz kişilik İslâm ordusunun kendinden üç katı fazla müşrik ordusuna galip geldiği ve Üstad Bediüzzaman’ın çok az bir gıda ile uzun süre idare ettiği gibi gerçekler, “matematiksel düşünce”nin iflâs ettiği noktalar hâline gelebilir.
Tam da burada, aslında matematiksel düşüncenin, tanımı gereği, fıtratla ne kadar uyumlu olduğunu görüyoruz. Zira “matematiksel düşünce”, aslında kâinattaki İlâhî hikmete/düzene uygun hareket olarak karşımıza çıkıyor. Hikmete uygun hareket ise, iktisadın da tanımı.3 İktisat ise, bereket vesilesidir, tükenmeyen bir hazinedir ve alışageldiğimiz sayısal gerçekleri altüst eden İlâhî sürprizlerle, kudret tecellileriyle doludur. Dolayısıyla “matematiksel düşünce”yi, bereketi de içerisinde barındıran ve kimi zaman hayretimizi celbedecek kudret mu’cizelerine açık bir mânâ olarak algılamak daha doğru olacaktır.
“Matematiksel düşünce”yi hayatına ve eserlerine en iyi şekilde yansıtanlardan biri de Bediüzzaman’dır, diye düşünüyorum. Zira o, Risale-i Nur’un hususiyetle Hakîm ismine mazhar olduğunu söyler.4 Hikmet ve sebepler yurdu olan şu dâr-ı dünyada, Allah’ın eserlerinden yola çıkarak iman ve Kur’ân hakikatlerini “iki kere iki dört eder derecesinde” izah ve ispat etmiştir. Bu anlamda “matematiksel gerçekliği” çok iyi kullanmıştır. “Madem dünya var, elbette ahiret de var” diyecek ve dedirtecek kadar, gözle görülmeyen iman hakikatlerini mantıkî ölçülerle ortaya koymuştur. “Risâle-i Nur, erkân-ı imaniyeyi [iman esaslarını], (…) riyazî (matematiksel) bir kat’iyetle ispat eder, göze gösterir, aklı doyurur, letâifi [duyguları] kandırır; artık hiçbir imanî ve Kur’ânî hakikati inkâra mecal kalmaz.”5
Öte yandan Bediüzzaman’ın “matematiği” de harikulâdedir. Bunu Tarihçe-i Hayatı’ndaki satırlardan takip edelim:
“Bediüzzaman, riyaziyede [matematikte] harikulâde bir sür’at-i intikale [çabuk kavramaya] mâlik idi. Herhangi bir müşkül meseleyi, zihnen hemen hallederdi. Hatta Cebir Mukabele ilminde6 bir risâle telif etmişti. Tahir Paşa nezdinde hesap meseleleri münakaşa mevzuu olduğunda, hesaba dair hangi mesele bahsedilse, başkaları ve en mahir kâtipler neticeyi bulamadan, Molla Said zihnen çıkarıyordu. Çok defalar böyle yarışlara girişir ve umûmunda daima birinci gelirdi.”7
Bediüzzaman’ın hesap ve matematikteki zihinsel gücünün örneklerini, eserlerinin pek çok yerinde görmek mümkündür. Benim dikkatimi çeken ve yazımın başına iktibas ettiğim haber metnini gözümde biraz daha ilginç kılan bir başka husus ise, Prof. Clark’ın şu sözleri:
“Matematikçiler veya matematiksel düşünce sistemini geliştirebilenler, yabancı dili kolay öğrenirler. Yabancı diller kurallar çerçevesinde öğrenilir ve bu da zaten matematik demek. Olaylara mantıksal çerçevede yaklaştıkları için, anadil ve yabancı dilin kendi yapısı arasındaki bağlantıları kolay şekilde çözümleyebilirler.”
Bu açıdan manidardır ki Bediüzzaman, “dil öğrenimi” konusunda da dikkatleri üzerine çekmiştir. Ana dili Kürtçe olan ve Türkçe, Arapça, Farsça’ya da vâkıf olan Bediüzzaman, meselâ Fransızca’yı 15 günde öğrenerek bu dilde konferans bile vermişti.8 Hatta hatıralarda Rusça konuştuğu da nakledilmiştir.9
Bütün bunlar bir yana, Bediüzzaman’ın esasen, kâinatın ve onun ezelî bir tercümesi olan Kur’ân’ın dilini çözdüğünü mutlaka ifade etmeliyiz. Günümüzde elliden fazla dile tercüme edilen ve ilginçtir ki, Türkçe bilmeyen birisinin dahi kendisine orijinal metni okunduğunda mânevî anlamda ‘bir şeyler hissedebildiğini’ söylediği Risale-i Nur Külliyatı, aslında onun her şeyden önce “fıtratın dilini” çözdüğünü gösteren en büyük delil olsa gerek.
İlk yorumu siz yazın