Suyunu kendi arıtanlar

Yaz ayının tam ortasından hepinize sevgiler, selamlar. Bu ay sıcak geçecek. Yaz aylarının bereketli meyve-sebzelerinin dışında yüzümüzü güldüren bir başka ihtiyaçtan bahsedelim istedim bu ay. Yediğiniz sizin olsun. Bana içtiğiniz sudan bahsedin.

Aslında su, mesleğim itibariyle benim daha çok bir materyal, bir hammadde gibi baktığım bir şey. Ama kâinattaki önemi, sandığımızdan ve bildiğimizden çok daha fazlası. Ayrıca onu diğer bileşiklerden ayıran birçok yanı var. Yani anlayacağınız; bir ayın bir köşesinde bir sayfayla anlatılacak bir mesele hiç değil aslında. Özellikle Avrupa ülkelerinde, Su Mühendisliği diye ayrı bir mühendislik dalının olması da bunun ispatı sanırım. Yani su, kendi başına bir bilim dalı diyebiliriz.

Vücudumuzun %75’ini oluşturması, her türlü yaşam biçimi için ana madde olması, hayat bulabilecek her şeyin onunla hayat bulması onun önemini ispatlayan başka bahisler.

Ben de bu kadar önemli bir şeyin bu sayfaya konu olmasını istedim. Çünkü zaten yediğimiz içtiğimiz neyse, bir süre sonra o olmuyor muyuz? Bunu ben evde kedi beslerken fark ettim. Evet bu yazıyı bana bir kedi yazdırıyor şu an. (Ya da yazdırmıyor diyelim, çünkü klavye çok ilgi çekiyor, bilenler bilir). Evet bir kedi bana bunu nasıl fark ettirdi, kısaca ondan da bahsedip konuya geçeyim. Bilenler muhakkak vardır aramızda. Bir kedi, genellikle durmuş, çok beklemiş, kalmış suyu içmez. Yediği ve içtiği her şeyi önce koklar. Beklemiş suyu içmektense susuz kalmayı tercih etmesi, beni çok düşündürdü.

Bizleri düşünecek olursak, şebeke suyuna olan güven sarsıldığından ve estetik açıdan da (tat, koku vb.) eksi puan aldığından ötürü, şişelenmiş belli bir şirketin hazırlayıp önümüze sunduğu suları tercih ediyoruz. Onlar da tahmin edersiniz ki, aylarca raflarda ve daha da mühimi plastik şişelerde bekliyor. Şişenin plastik olup atık olması ayrı mesele. Vücuduma girecek suyun aylarca plastiğe maruz kalması ayrı mesele.

Plastikle uzun süre temas eden suda mikroplastik gözlendiğini biliyor muydunuz? O mikroplastik bizim vücudumuzda belli bir konsantrasyona ulaştıktan sonra, ya var olan endokrin sistemini bozduğunu veya yapay hormon (özellikle östrojen) gibi davrandığını peki? Bu belki de hormonal hastalıkların bu kadar çoğalmasını biraz açıklıyor olabilir.

Şimdi aslında olayın özü şu. Şebeke suyu, şişelenmiş sulara göre her bakımdan daha avantajlı ve sağlıklı. Tek sorun ve bizi de kendisinden uzaklaştıran sorun şu ki, şebeke suyu, arıtma tesisinden çıkıp bize ulaşana kadar borularda tekrar kontamine (kirlilik bulaşmış) olabiliyor veya hattın eskimesinden dolayı tadında ve kokusunda rahatsız edici değişiklikler olabiliyor. Fakat şunun da farkında olmalıyız ki, şişelenmiş suların çoğu da normal şebeke suyunun işlenmiş hâli. Su, oldukça kuvvetli bir çözücü olduğu için her şeyi bir miktar çözer. Bu nedenle koyulduğu şişe veya damacana hammaddesini de özellikle güneş ışığı altındaysa bünyesine alır. Mikro veya nano ölçekte bile çözmüş olsa, bu hammaddeler çok çok küçük konsantrasyon seviyelerinde çok çok zararlı olabiliyor.

Bir başka sıkıntı damacana pompaları. Bilindiği üzere plastikte bakteri üremesi çok hızlı gerçekleşiyor. Ve siz bir bakteriye tutunacak yüzey ve su verirseniz, bir de oda sıcaklığındaysanız bakteri için eşsiz bir ortam oluşturmuşsunuz demektir. Her ne kadar damacanalar belli aralıklarla dezenfeksiyona tabi tutulsa da damacana pompaları plastik yüzeye sahipse patojen üremesine neden olabilir. Yani sorunu cam damacana tercih ederek de çözemiyoruz.

Bir diğer tehlike, doldurma esnasındaki kontaminasyon. Bir damacana ortalama 40-50 kez kullanılabiliyor. Bu yasal düzenlemelerle normal kabul ediliyor. Fakat denetiminin ne kadar güzel yapıldığını bilen yok tabiî, her çevresel sorunda olduğu gibi! Ne şartlarda dolduruluyor, ne şartlarda ne kadar süre sonra bize ulaşıyor bilmiyoruz. Ve özellikle BPA ve “ftalat”ın erkeklerde östrojenmiş gibi davranarak infertiliteye sebep olduğu bilinmekte.1

Peki çözüm ne Handenur? Et yemeyin ithal, tavuk yemeyin antibiyotikli, balık yemeyin mikroplastikli, sebze gdo’lu derken, en son su da içmeyin demeyeceğim tabiî ki. Çözüm, pek çoğumuza tatmin edici gelmese de, çeşme suyu. Çeşme suyunun işlenmiş hâlini kat be kat fazla para ödeyerek satın alabiliyorsak, evde basit arıtma teknikleriyle kendi suyunu kendin arıt önerisi veriyorum.

Her şehrin farklı kanal ve borulama problemleri olduğu için, kimisi çeşmeden rahatlıkla su içebiliyorken kimisi yemeğe bile kullanamıyor. Ama suyunuzu kaynatıp veya dondurup tekrar kullanmayı deneyerek, içine çok az miktarda karbonat koymayı deneyerek, yaklaşık 20 litre suya bir çay kaşığı olacak şekilde çamaşır suyu ekleyerek (evet yanlış okumuyorsunuz) suyunuzu bir miktar arıtmış olabiliyorsunuz.

Konu derin. Bir dahaki ay yine görüşelim, bu ay okuyup mailleşiriz. Bilgi paylaştıkça değerleniyor, kalitesi artıyor güzel insanlar. Yeşil kalın efendim.

Dipnot:
1) Tıklayınız.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*